Birden ağzından öylesine çıkıverdi: "Anne, ben eşcinselim"... Dünya sanki bir anda başıma yıkılmıştı. Oğlum bir eşcinsel ha? Ama, onun üzüntülü yüzüne baktığımda söylediklerini yanlış anlamadığımı ve duyduklarımın kötü bir şaka olmadığını anlamıştım. Ne söyleyeceğimi, nasıl davranacağımı bilemiyordum. "Babam asla kabul etmez. Anne, söz ver bana, babama söylemeyeceksin" dedi. Duraksadım. Kocama ne diyecektim?

BARIŞ ALİ, Express dergisi, 3 Şubat 1996

BİR MUTLU SON

İyiyiz değil mi?

Bir hafta öncesine kadar böyle bir yazı yazacağımı aklımın ucuna bile getirmezdim. Hem de yazmaya böylesine uzun bir ara vermiş iken. Geçirdiğim bir trafik kazasından bana yadigar kalan kireçlenme sorunumu gidermek için haftada üç gün gittiğim fizyoterapi merkezine o gün de geç kalmıştım. Aceleyle bekleme salonuna girdim ve bekleyenlere gerçekten dergi okutmaktan çok, dergisi olan bir bekleme solonu oluşturmak kaygısı ile sehpalara serpiştirilmiş dergilerden birini rastgele çekip bana ayrılan kabine gittim. Egzersizlerden önce kasları ısıtmak için vücuduma uygulanan Jntpack'in verdiği esriklik, telaşımın yarattığı gerginliği azaltmıştı. Aldığım derginin ayrımına da o esriklik anında vardım: Good Housekeeping. (1) Evet, evini dağınık tutmayı adet edinmiş birine bu olsa olsa tanrısal bir yanıt idi Öylesine sayfalan karıştırmaya başladım. Bu sabun köpüğü kılıklı dergide ciddiye akıtacak ne olabilirdi ki? Heteroseksüel kültürün 'yüce ev kadının önlenemez temizlik mitosu'na katkıda bulunan yazıların dışında. Bu önyargı ile sayfalar arasında hızla gezintim ta ki, bir okuyucu mektubu bölümü ile karşılaşmama -ya da çarpışmama mı desem - dek sürdü. Esrikliğim yerini meraka, merakım benim de çok iyi bildiğim, yaşadığım, duyumsadığım bir gerçekliğin örüntüsünde çıkılan duygusal bir geziye bıraktı. Bu mektubu aktarmalıydım, bunu ne misyoner bir amaçla ne de bilgiç bir tavırla "bakın da örnek alın" türünden bir yaklaşımla yapıyorum. Bazen duygulan dile getirmek ya da aktarmak, paylaşmayı daha kolay kılıyor hüznü ve sevinci.

Telefon ısrarla çaldı. Açtığımda oğlum David'in uzaktan gelen, titreyen ve belki de ağlamış sesini duydum.
"Anne" dedi ve beklemeden konuya girdi "Deniz Kuvvetleri beni Askeri Mahkeme'ye vermek istiyor."
Vücudum buz kesmişti, kalbim hızla çarpmaya başladı. "Ne?" dedim alelacele.
David devam etti. "Eşcinsel olduğumu öğrendiler."
Salondan eşim Ray seslendi: "Telefondaki kim, Marie?"
Yutkundum ve sesimi kontrol etmeye çalışarak "Beni arıyorlar" dedim. Başka ne söyleyebilirdim ki. Eşim en büyük oğlumuzun bir eşcinsel olduğunu bilmiyordu ve şimdi de kesinlikle söyleyemezdim.
Yeniden David'e döndüm ve "Neler oldu hayatım?" diye sordum.
Onunla konuşurken oğlum geldi gözümün önüne, temiz yüzüyle, siyah gözleriyle, alnına düşen kahverengi kahkülleriyle. Bebekken nasıl göründüğünü, Albuquerque-New Mexico'da yaşarken, caddede onu gezdirdiğim pusetinde insanların onu nasıl şirin bulduklarını hatırladım. Şimdiyse 20 yaşında ve hala şirin ve hala birçok açıdan narindi.
Babası Ray, büyük bir İspanyol ailesinde yetişmişti, ama duygularını ifade etmekte gerçekten çok zorlandığını evlendikten kısa bir süre sonra öğrenmiştim. Yabancılarlayken çok dost canlısı gözüken bu adam kendisine yaklaştığında tıpkı bir fok balığını tutarmışcasına elinizden kayıp giderdi. Zayıf olduğunun gerçekten bilinmesinden korkan bir erkekle evlenmiştim. Birçok İspanyol kökenli erkeğin yaptığı gibi oğluyla gurur duymasına rağmen David ile çok az beraber olmuştu. Gerçi, Ray'in işi onun evde sıkça bulunmasına engel oluyordu. Eşim itfaiye memurudur ve bu da vardiya sistemi çalışmak, evden uzakta geçirilen geceler demektir. David ve ondan küçük erkek kardeşleri büyürken babalarının genellikle bulunmadığı bir aile yaşamı sürdürdük. Yine de babalarını örnek aldılar.
David altı yaşındayken bir gün, -yaşıtlarına göre daha uzundu- verandamızda heybetle yürürken kendince babası Ray'in yürüyüşünü taklit ettiğini gördüm. David'in babası ile özdeşleşmesi, David'in babasının yaklaşımlarını öğrenmesini güçleştirecekti.
Babalarının mesafeli davranmasına karşın, ben oğlanlarla daha yakın oldum. Ama David gergin bir çocuktu, tıpkı bir çöl kaktüsü gibi huysuz. Bir bakardınız kahkahalarla gülüyoruz, bir bakardınız birbirimize bağırıyoruz.
Ergenlik çağına girdiğinde David'in davranışları daha çok problem yaratmaya başladı. Daha saldırgan olmuştu ve her an kardeşleri ile kavga etmeye hazırdı. Onları tekerlemelerle özellikle de tam yemek zamanı kızdırırdı. Yaptıklarından hoşlanmıyordum, ama telaşlanmıyordum da. Taki David'in dokuzuncu sınıf hocası kendisini görmem için beni çağırıncaya dek. "David devamlı olarak dersi bölüyor ve aşağılayan şakalar yapıyor" dedi ve ekledi "Sanki kabul görmek istiyor, ama yanlış bir biçimde."
David'i bir kenara çektim ve "Neden insanlara hep kötü davranıyorsun?" diye sordum. Dediğim karşısında omuz silkti, ama bu omuz silkisin içinde gözlerinde bir itiraz gördüm. Tam bu sıralarda Ray ve David zamanlarını daha çok beraber geçirmeye başlamışlardı. Çünkü her ikisi de arabalardan hoşlanıyorlardı. Ray, hangi Cumartesi izinli olsa David'le birlikte dışarda bir motor üzerinde çalışıyorlardı. Ama onlar beraberken, tek işittiğim, Ray'in David'in yeterince iyi olmadığına ilişkin eleştirileriydi. Sonra bir gün David'in yüksek okul danışmanı beni toplantıya çağırdı. "Oğlunuzun tereddütlü birçok fikri var ve bunları onun uygun sayılamayacak şekilde hareket etmesine neden oluyor" dedi. "Nedeninin ne olduğundan emin değilim, ama oldukça mutsuz bir çocuk. Sanırım özel bir danışmana ihtiyacı var."
Eve kadar birlikte yürüdük ve David'in bir psikologu, -çok tavsiye edilen Dr. Frank-lin'i- görmesinde anlaştık. Tam o günlerde David liseden mezun olduktan hemen sonra Deniz Kuvvetleri'ne kaydolmak istediğini bana ve Ray'e söyledi. Ray bunu onayladı ve bunu erkeklere yakışır birşey olarak gördü. David o sıralar çok tatlı bir kızla, Ellen ile görüşüyordu.
Tuhaf bir şekilde Dr. Franklin ile görüşmeye başladıktan sonra David, izleyen aylarda daha huzursuz ve kavgacı oldu. Sonunda canıma tak etmişti. "Dr. Franklin'e bir daha gitmeyeceksin!" diye bağırdım. Evde yalnızdık ve kavga ediyorduk. "Sana pek bir yararı dokunmuyor." "Hayır, anne!" diye bağırdı. Birden benim o iri kıyım, güven telkin eden görünüşlü oğlum ağlamanın eşiğindeki korkmuş küçük bir çocuk oluvermişti. "Lütfen anne Dr. Frank'ı görmeliyim. Bana bir sorunumda yardım ediyor. Büyük bir problem. "Sonra birden ağzından öylesine çıkıverdi, "anne, ben bir eşcinselim."
Dünya sanki bir anda başıma yıkılmıştı. Dışardaki sesleri duyamaz olmuştum. Sakinliğimi koruyabilmek için pencerenin pervazını tuttum. Yanlış duymuş olmalıydım. Oğlum bir eşcinsel ha? Ama David'in üzüntülü yüzüne baktığımda doğru duyduğumu ve duyduklarımın kötü bir şaka olmadığını anlamıştım. Ne söyleyeceğimi ya da nasıl davranacağımı bilemiyordum. Ertesi gün onunla birlikte Dr. Franklin'i görmeye gittim. "Bu psikolojik bir durum mu?" diye sordum sabırsızca. "Tedavi edebilir miyiz?"
Psikolog hayır anlamında başını salladı. "Homoseksüellik tedavi edilen bir hastalık değildir." "Bazı insanlar homoseksüel doğarlar gibi gözüküyor, tıpkı solaklar gibi. Bazı 
araştırmacılar bunun genetik bağlantıları olduğu konusunda bulgular elde ettiler", dedi ve duraksadı. Hafifçe tebessüm ederek, "David'in ihtiyacı olan şey, tedavi edilmek değil, kabul edilmek, özellikle de anne ve babası tarafından."
Ağırbaşlı bir görünüm içindeydi. "Babam asla kabul etmez" dedi. "Anne, söz ver bana babama söylemeyeceksin." Duraksadım. Ray'e ne diyecektim. Bunca yıldan sonra, Ray'in homoseksüelliği bir zayıflıktan çok bir hastalık gibi kabul ettiğini biliyordum. Üstelik kendi duygularımdan da emin değildim. Ama David'in korkusunu farkettim, ve o anda onun altı yaşındayken verandada babasını nasıl taklit ettiğini hatırladım. Babası tarafından sevilme ve kabul edilme isteği hala dimdik ayaktaydı. "Tamam" dedim ve karar verdim.
Evin içinde sakin görünmeye çalışıyordum, ama içim içimi yiyordu. Her an David'in durumunu düşünüyordum. Yüreğime bir sıkıntı çöreklenmişti. Bütün ilkyaz boyunca David ve ben bu sırla yaşadık. Normal bir ilişki yaşamak için çaba gösterip gösteremeyeceğini sorduğumda, bunu kabul etti ve Ellen ile denedi. Ama olmadı. Bir gece rüyamda David'in çocuğunu kollarımda tutuğumu gördüm.
Mezuniyetten sonra Deniz Kuvvetleri'ne katıldı ve temel eğitim için San Diego'ya gönderildi. Sonra da uçak taşıyıcılığı görevine atandı. Mektuplarından iyi olduğunu, herşeyin yolunda gittiğini düşündüm. Şimdiyse hiçbir şey bu kadar kötü gidiyor olamazdı.
David'in bir üstü onun cinsel tercihini öğrenmişti. David onun nasıl öğrendiğini bilmediğine yemin ediyordu, gemideki kimseye de birşey belli etmemişti. Üstünün odasına çağrıldığında bir süre önce çalındığını bildirdiği parası ile ilgili olduğunu sanmıştı. Oysa ki, hakiler içindeki asık suratlı bir komutan ile karşılaşmıştı. "Gemide bazı homoseksüeller olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Senin ismin de bize iletilenler arasında. Muhtemelen askeri mahkemeye verileceksin. Ama eğer bildiklerini bize anlatırsan, diğer isimleri onaylarsan ve ayrıntıları söylersen senin için bazı şeyler kolaylaşabilir."
Bu (Clinton'ın) "sorma, söyleme" kuralından önceydi. David hala bu baskının yasal olup olmadığını merak ediyordu. Ama onu savunmak için atanmış olan genç askeri avukat, ona yalnızca "İşbirliği yap, Deniz Kuvvetleri seni kollayacaktır" öğüdünde bulunuyordu.
 
Evden kilometrelerce uzakta, tavsiye alınacak kimse yoktu. David homoseksüelliğini kabul etmekten başka bir şansının kalmadığını anlamıştı. Yine de diğerleri hakkında birşey bilmediğini söyledi. Bundan sonra herşey hızla gelişti, sorgulama, karar. Deniz Kuvvetleri ona onurlu sayılmaktan uzak bir ceza vererek, onun geleceği ile ilgili tüm kariyer düşlerini mahvetti. Onun bu lekeli ayrılığı, onu tüm yaşamı boyunca izleyecekti ta ki, o bunu yeninceye kadar.
Kalbim kırılmıştı ve oğlum için son derece korkuyordum. Ama bir akşam Ray, "Marie, yolunda gitmeyen birşey mi var? Sanki en iyi arkadaşın ölmüş gibi davranıyorsun" diye sordu. Sadece başımı sallayabildim.
David'in, Ray'in sevgisini kaybetme korkusu, onun aldığı ceza ile daha da şiddetlenmişti. Ona gerçeği söylemeyi bile düşünemiyordu. Deniz Kuvvetleri'nde tasarruf amacı ile erkenden bırakıldığı şeklinde bir yalan uydurmuştu ve Ray de ona inanmıştı.
David'in California'da kalmaya karar verdiğine şaşırmadım. Çünkü eve yakın bir yerde iş bulması durumunda aldığı cezanın utancını yaşaması gerekiyordu. Onun Allan adında kendisinden birkaç yaş büyük bir eşcinsel erkek ile ciddi bir ilişki yaşamakta olduğunu öğreninceye kadar, ilk başta California'da kalması için başka bir neden olduğunu sanmıyordum.
Allan ile birlikte yaşamaya karar verdiklerini söyledi. Allan, cinsel seçiminden dolayı 
Güneyli ailesinden uzaklaşmış biriydi. Onlara yaptığım bir ziyarette bana güven verdi. "David şanslı biri. Sizinle rahatça konuşabiliyor." Bir an durduk. Susuyorduk ama aynı şeyleri düşünüyorduk. Evet, David benimle konuşabilirdi, babası ile değil.
Aylar geçti. Bayram yaklaşmıştı. Küçük erkek kardeşleri sürekli soruyorlardı: "Anne, David Noel'de gelecek mi?" Ray de soruyordu. Ama David'i arayıp söylediğimde duraksadı. "Anne, gerçekten eve gelmeyi istiyorum. Sizleri özledim. Ama Allan'la gelmek isterdim" dedi. Cevap vermeden önce durdum. Sonra dikkatli bir şekilde, "Eğer öyleyse, bunu babana sen söyle. O da kör değil" dedim. Daha fazla şey söylemek istiyordum. Artık söylemenin zamanı geldi gibi. Ama söylemek David'in kararıydı. Bu konuyu Dr. Franklin ile konuştum. Sakin olmamı ve sabırlı olmamı, felakete yol açacak şeylerden kaçınmamı söyledi. David evi arayacaktı, sonra ben David'in aradığını ve hatta beklediğini Ray'e haber verecektim ve haberi çıtlatacaktım. Dr. Franklin, "açıklaması zaman alacak" dedi. "Zamanlama, eşinize David'in şahsen görünmesinden önce hazmetmek için bir şans verecektir" diye de ekledi.
David'in geleceğini sanmıyordum. Ama Noel'den iki hafta önce aradı. "Anne, eve geliyorum. Babama söylemeye hazırım" dedi.
 
Şükürler olsun ki, küçük oğullarım dışardaydı. Ben ve Ray evde yalnızdık. Bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. David'e telefon edip hatta beklemesini söyledim ve Ray ile konuştum. Hata yapılacak an değildi. Kullandığım sözcükleri tam hatırlamıyorum, ama dosdoğru söylemedim. Ray'in yüzü sarardı ve bayılacak gibi oldu. Telefonun ahizesini eline tutuşturdum. "Oğlunla konuş" diye rica ettim. "Bekliyor. Onu sevdiğini söyle". Ve odayı terk ettim.
Sonrasında Ray bana ne konuştuklarını söylemedi. Kocam hayatta hiçbir duygusunu belli etmezdi, hiçbir zaman ani bir değişiklik göstermezdi. Homoseksüellik üzerine birçok kitap bulunduğunu öğrendim ve bir tane onun için aldım, gerçi onun da bir tane alıp almadığını bilmiyorum. Korkunun ve utancın yerini nasıl anlamaya ve kabul edişe bıraktığı hakkında, kendi duygularım hakkında onunla konuşmak istediğimde başını salladı ve "Eğer David, Allan ile eve gelecek olursa neler olabileceği konusunda son derece endişeliyim" deyip durdu.
Havaalanına onları almaya gittiğimizde sinirimden sallanıyordum. Ray'in ne yapacağını bilmiyordum. Havaalanının kapısında beklerken uçak indi ve anneanneler, hizmetçiler, küçük çocuklar önümden akıp gittiler. Birden David göründü, ardından da Allan.
Dizlerimin bağı çözülmüştü. Ray yürüdü, David'in elini tuttu "Seni görmek ne güzel oğlum" dedi. Allan'a kısa bir bakış attı.
İlk akşam, yemekte iki küçük oğlumun gürültücülüğü korkunçluğun galebe çalmasını engelledi. Ertesi günü hepimiz bıçak sırtında geçirdik. Bayram ilerledikçe herşey yavaş yavaş daha kolaylaştı. David ve Allan bir aşık gibi davranmadılar, daha çok iki iyi arkadaş gibiydiler. Oğlumuz mutlu olmuşa benziyordu ve hiç olmadığı kadar sakindi. Allan da gerçekten iyi biriydi.
California'ya geri dönmeleri için onları havaalanına bırakana dek, sadece bir kez basit bir tatsızlık yaşadık. Havaalanında David bir an durduktan sonra babasını kucakladı, Ray'in gözlerinin yaşardığına yemin edebilirim.
Bu olanlar tabii ki, bundan sonrasının güllük gülistanlık olacağı anlamına gelmiyor. Havaalanından dönüşte arabada Ray bana döndü ve "David'in tekrar kızlarla denemesini isterim" dedi. Bu konu defalarca aramızda tekrarlandı ve biliyorum ki, David'den ne arkadaşlarına ne de akrabalarına bahsetti. Kabul etmem gerek ki, küçük oğullarımıza da söylemeyi erteledik.
Hala umduğumdan daha iyi gidiyor. Ray telefonda David ve Allan ile konuşuyor, -daha söz vermiş değil ama - bu yaz onları ziyaret etmeyi düşünüyor. Düşlediğimiz gibi bir aile yaşamımız belki yok, ama bir ilişki geliştirebiliyoruz. Ve başlamak herşeyden öte.(2)

Yazı mutlu bir sonla bitiyordu. Her ne kadar bu yazıda da tartışılacak, karşı çıkılacak pekçok yan var ise de, heteroseksist kültür karşısında hoşgörü göstermek sorumluluğu ve zorunluluğu yine eşcinsellere bırakılmışsa da, mutlu sonları seviyordum. Yazının gerçekten bir okuyucu mektubu mu olduğu, yoksa akıllı bir kalemden mi çıktığı çok önemli değildi. Bunlar oluyor, olacak ve iyi kötü yaşanıyor ve yaşanacaktı. Bir yazı insana ümit verebilir mi? Verebilirmiş. Terapi bölmesini kaplayan çiçekli duvar kağıtlarına baktım uzun uzun. Belki de Isherwood haklıydı. Yaşam, "varım ve şu anda" diyebildiğinizde başlıyordu. Terapistim gelmişti. Nasıldım? Hareketlerde zorlanıyor muydum? Ağrı var mıydı? Her zaman ki tebessümü ile başladığı standart konuşmasını tamamladı, "İyiyiz değil mi?"

1. ("İyi Ev Bakımı" diye çevirebiliriz.)
2. ( Sözkonusu mektup, Good Housekeeping dergisinin Şubat 1995 (sayfa, II-13) sayısında yayınlanmıştır. Yazının sonunda ayrıca, kontak kurmak isteyenler için, "Lezbiyenlerin ve Eşcinsellerin Anne, Baba ve Dostları Derneği "nin adresi de verilmiş: "Parents and Friends of Lesbians and Gays (P-FLAG)1012 Fourteenth Street NW, seventh floor, Washington, D. C. 20005, USA .")

www.ibnistan.net