Murathan MUNGAN, Express dergisi, 12 Ağustos 1995 EŞCİNSELLER İÇİN HAYAT KULLANMA KILAVUZU
Nuhterem Nur ya da Neriman Köksal
Birçok eşcinselin korkulu rüyasıdır askerlik.
Erkek toplumun, bütün değerleri, bütün kurumlan ve bütün şiddetiyle
yalıtılmış olarak yeniden inşa edildiği bir "karantinada" neler
yaşayabileceklerinin kestirilemezliği, eşcinselleri, derin
kaygılara, sarsıcı umutsuzluklara, kuşkulu beklentilere,
belirsizliğin karabasanlarına sürükler. Erkeklik, yekpare bir model
olarak somutlaşır, fizik bir varlık kazanarak, en katı biçimde, en
sert uygulamalarıyla hem karşısına dikilir, hem içine alır. Bir
sistem olarak Erkeklik, tüm bir hayat için verdiği rolü
sağlamlaştırarak sorgulamasını da tamamlar. Hem bir ideoloji olarak,
hem de görünen ve görünmeyen yasaların işlerliğiyle bir kurum olarak
Erkeklik, zaten dışarıdaki hayatı büyük ölçüde belirliyor,
kuşatıyordur. Ama gene de dışarıdaki hayatın, sivil dünyanın, görece
olarak da olsa, imkan taradığı kaçma, saklanma noktaları, örtünme
kolaylıkları, sığınma mekanları, soluk alma fırsatları vardır.
Oysa askerlik, süresi boyunca zamanınızı elinizden alır, mekanınızı
belirler; hem fizik varlığınızı, hem de toplumsal rolünüzü sürekli
gözetleme ve denetleme hakkına sahip olur. Karşıcinsel erkekler için
bile, birçok zorluk barın duan askerliğin, eşcinseller için.
eşcinsel olmalarından ötürü yüklediği yedek sorunlar duruma
ağırlaştıran özelliklerdir.
Eşcinsellerin, daha doğrusu örtülü
eşcinsellerin, askerde başkaları tarafından eşcinselliklerinin
anlaşılması, deşifre edilmesi, bunun sonucunda da açık ya da gizli
alayların, saldırgan ve düşmanca tutumların "linç nesnesi" olmak
gibi pek de karşılıksız olmayan temel kaygıları vardır. Dışarıda
eşcinselliklerini, ister açık ve doğrudan, ister gizli saklı
yaşasınlar, askerlikte hep gizlenmek, sakınmak, örtünmek
durumundadırlar, iki kat bir "'kamuflaj" söz konusudur. Gündelik
hayatta, kendilerine seçtikleri maskeler ve roller, onlara kaçma,
örtünme, saklanma fırsatları sunarken, burada bir rolü sürekli ve
inandırıcı kılmaya zorunludurlar Eşcinsel olduklarının
anlaşılmasıyla birlikte, yaşayacakları olası sorunların karabasanı
çöker üstlerine. Alay edilmek, dışlanmak, ezilmek, horlanmak,
"homofobiklerin" her çeşit saldırganlıklarıyla ilgili birçok sıkıntı
ve gerilim yasarlar. Eşcinsellik hakkında olumsuz düşünceleri,
yalnızca önyargılardan kaynaklanan insanlar, gündelik insan
ilişkileri içinde zamanla kazanılabilirler; ama "homofobinin", zulüm
konusundaki zengin repertuarıyla hiçbir düşmanlık çeşidi baş edemez.
O başlı başına bir korku ve gerilim repertuarıdır.
Kimi, kendini
ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, eşcinselliğini saklayamayacak
kadar cinsel kimliğini ele verir; Eşcinsel argodaki karşılığıyla
"alıktırır". Ne yaparsa yapsın bir türlü "kurşet" olamaz. Hemen her
askerlik devresinde, kimi taburların, kimi bataryaların böyle
"gülleri" vardır. Tıpkı dışarıdaki gibi, kimi zaman makaraya alınır,
kimi zaman aşağılanır, horlanır, kimi zaman bir süsköpeği sever gibi
hafif acıyarak sevilir, kimi zaman da idare edilirler.Her zaman için
onlardan yana çıkanlar da olur. Bunların kimileri bir demokratlık
gereği olarak, kimileri bir delikanlılık olarak, ağabeylik yapar,
yandaş çıkar, zaten feleğin sillesini yemiş bu garibanları,
feleksizlere ezdirmemeye çalışırlar...Bunlar, "Onlar da insan,onlar
da Allah'ın kulu"felsefesine inanmış temiz halk çocuklarıdır. "İbne
olduğu halde", çürük raporu almadan, üstelik askerde başına
gelebilecek her tür sakatı göze alarak, vatani hizmetini yapmaya
gelmiş böylelerine, bir yanlışlık yapmamaları şartına dikkat
göstererek, kimi yöneticiler sahici bir olgunlukla, "duruma
uyanmamış" gibi yaparak, "bir yanlış yapmadıkları" sürece destek
verir, çaktırmadan kollarlar. Herhangi bir maraza çıkmamasını
sağlarlar. Hemen her konudaki abartma merakımız sonucu ve İstiklal
Savaşı'nda cepheye mermi taşıyan kadınlarımız hatırda tutularak kimi
zaman bunlara, bu tabur güllerine, birer "Nene Hatun"ya da "Gazi
Kadın" muamelesi yapıldığı da olur. Onlar da "Bu Toprağın Kızları
"dır.
Ankara'da yaşadığım sıralarda tanıdığım, ortasınıf bir
hayat anlayışı, sıradan değerleri ve biraz hanım hanımcık zevkleri
olan genç bir eşcinsel ahbabım vardı. Okulunu başarıyla bitirmiş ve
nihayet askerlik sırası gelmişti; korkuyordu ama ne olursa olsun
askere gidecek, askerliğini yapacaktı. Kendi de bir asker çocuğuydu.
Küçük yaşta kaybettiği babasının anısına gölge düşürmek istemiyordu.
Gene de çok kaygılıydı, sesi çok güzeldi, orduevinde şarkıcılık
yaparak yırtmayı düşünüyordu ama, şarkı söylerken öyle eliyle
koluyla fazla hareketler falan yapıp kendini ele vermekten de
çekiniyordu. Aradan çok zaman geçti, şimdi bizbizeyiz, şunu açıkça
söyleyebilirim ki, bu genç ahbabımın, kendini ele vermesi için
fazladan herhangi bir şey yapmasına hiç gerek yoktu; beş yüz metre
öteden görseniz, işte geliyor, derdiniz. Fakat birçok kendi
malzemesini bilmez gibi, o da kendini gizleyebildiğim sanıyor, ya da
buna inanmak istiyordu, iyi, hoş bir insandı, temiz yürekliydi.
Herkesle iyi geçinmeye çalışırdı. Tanıyanlarda şefkat uyandırıyordu.
Askerde hiç olmazsa yazıcı olmak istiyordu. Gerçekten "çürük raporu"
almak istemiyor, böyle bir şeyi gururuna yediremiyordu. "Durumunu",
belki de bir çeşit "fabrikasyon hatası" olarak görüyor;
eşcinselliğini, başına gelmiş bir kaza gibi kadere sitemle
yaşıyordu. Üniversite sınavların kazanınca, taşradan büyük şehre
gelmiş, ordu evinin yurtlarında türlü sıkıntılar içinde okumuş; ama
onun deyişiyle "namusuna söz getirtmemişti". Gene de konuşurken,
Anadolu'nun kimi yörelerinde kadınların kullandığı şekliyle "gıı"
diye konuşmaktan vazgeçmemişti.
O kaygılı, anksiyetelere uğradığı
dönemde, biraz olsun yatıştırmak, moral vermek de bana düştü. O
zaman, ona söylediğim bir şey vardı. Söylediğim şeylerin ardında bir
hayat vardı elbet. Bak, dedim sen bu dünyanın Muhterem Nur'usun.
İnsanlar Muhterem Nur'a merhamet duyarlar. Üç arkadaşın kör kızıdır
o. Hep mazlumdur. Hep himayeye muhtaçtır. Hep elinden tutulmak
ister. Kaderin sillesini yemiştir, iyi kalplidir, derli topludur.
Mendil taşır, iç çeker, nemli gözlerle ufka bakar. Gör bak,
askerliğin kolay geçecek, en azılı ibne düşmanı bile, en azından
acıyacak sana, senin gördüğün korkulu rüyaları yaşatmayacak. Sesin
güzel, çok başın sıkıştı mı, ortalara çıkar iki efkarlı şarkı
söylersin. Askerdekilere iyi gelir. Derin derin cigara içer, dertli
dertli baş sallarlar; sen de rahat edersin. Erkekler seni
kendilerine rakip olarak görmezler. Varlığın onları tehdit etmediği
sürece kolay duruş alırlar. Erkeksi bir yakışıklılığın, kadınların
hoşuna gidebileceklerini düşündükleri özelliklerin olsaydı, o zaman
diş bilerlerdi sana; O durumda, hem taşıdığın "erkek malzemesine"
karşın, gövdeni bu biçimde kullanmanı, erkekliğe ihanet olarak
gördükleri için; hem de kadınların gözünde seninle yasayabilecekleri
olası rekabet duygusunun onlarda yaratacağı hırçınlıktan ötürü... Bu
ikinci neden, aynı zamanda okumuş ya da okumamış birçok kadının,
eşcinsellere olan düşmanlığının önemli bir boyutunun açıklamasını da
barındırır. Hem erkeksi bir yakışıklılığa sahip olup, hem de
kendileri için devre dışı olan; uğruna bir yarışa katılsalar bile
diğer kulvardaki rakibin, bir başka erkek olacağını bilmenin ve bu
durumda nasıl yarışacaklarını bilememenin çaresizliğini hiç
bağışlamazlar ve yarışdışı kaldıkları böyle erkeklerden ne olursa
olsun bir gün, bir biçimde mutlaka intikam alırlar. Bilmem, yeniden
söylememe gerek var mı? Bu sözlerimin de arkasında bir hayat
duruyordu. Bu tür erkeklerle, o tür kadınlar sınıfsal ve kültürel
konumları ve kendi aralarındaki çelişkileri ne olursa olsun,
birdenbire böyle bir "eşcinsellik düşmanlığı" çizgisinde kolayca
buluşup kenetleniverirler. Bu kadar açık "düşünmezler" belki,
duygularını böyle adlandırmazlar ama, tam da böyle yaşarlar. Bu
anlamda bir yanıyla eşcinsellik, başlı başına bir "ideoloji ölçüm
aygıtıdır", iyi ve ehil kullanıldığında turnesol etkisi yaratarak
doğru okumalar sağlar. Yapıtlarında eşcinsel malzeme işleyen büyük
yazarların ya da büyük sinemacıların önemi, diğerleri için yabancı
olan bir dünyayı gözler önüne sermekten çok, bu malzemeyi
dolayımlayarak, bütün bir hayatın çeşitli düzlemlerinde, yeni
okumalara yol açmalarında, yeni görme biçimleri yaratmalarında
yatar.
Evet ama sen korkma, sen Muhterem Nur olduğun için rahat
edeceksin. Gelelim Neriman Köksal'a. Onların kızdıkları asıl Neriman
Köksal'dır. Neriman Koksal yakışıklıdır, geniş omuzludur, eyvallahı
yoktur, külyutmaz, kaş kaldırır, yan bakar, kızdı mı jilet atar,
tabanca çeker; dişiliğinde bile hoyrat, erkeksi bir yan vardır.
Erkekle yarışa girer, erkekliğin bütün numaralarını bilir, ama
oynamaz. Erklerin gözünün içine baka baka yaşar "dişilliğini".
Cinselliğini bir günah gibi değil, bir politika gibi yaşar. Bu da
erkekleri kudurtur. Erkekler, boynubükük eşcinsellere;
eşcinselliğini, kaderin sillesini yemiş kader mahkûmu gibi
yaşayanlara kızmazlar; hatta bu halleri, onlar bir tür ödeşme
duygusu olanağı sağlar; onlar asıl dikbaşlı Neriman Köksal'lardan
korkarlar. Tekinsiz olan odur çünkü, İnsanlar kendileri için neyin
tehlikeli olduğunu hemen sezerler. Neriman Koksal tehlikedir,
belirsizliktir, kuşkudur, onanmış değerleri silkeler, öğrenilmişi
zorlayan, alışılmışı sarsan, erkeği kendinden şüpheye düşüren
Neriman Köksal'lar, erkekliğin de, tıpkı kadınlık gibi ideolojik bir
kod, bir numara, bir oyun, bir maske olduğunu, bir poz kesmek
olduğunu, gösterir onlara. Dünyadaki rol dağılımını yeniden zorla
yan bir figürdür Neriman Koksal; Rollerin içini boşaltır, tersyüz
eder; hem kendi rolünü sınırlarına kadar zorlar, hem de erkeklere,
kendi rollerinin huzursuzluğunu yaşatır. Konforu bozar. Genel
anlamda bir rolçözüme zorlar, ilişkiler haritasında kaos yaratır.
Getto atalarının sözleriyle: "Erkek gibi dövüşür, kart gibi
düzüşür"ler. Ona bakan herhangi bir erkek, eşcinselliğin kendi için
de, kendisi gibiler için de hâlâ bir olasılık olduğunu,
olabileceğini düşünür. Tehlike atlatılmamıştır, her an pusudadır.
Erkekliğin kuşanılmış imgeleri, oyunları, kodlan sanıldığı kadar
güven verici ve tekin değildir. Kabuk çatlayabilir, zar
yırtılabilir. Kendinizden yaptığınız heykeller yıkılabilir. Ben ve
Öteki'nin aynanın aynı yüzeyinde sırlarını çözüvermesi bir an
meselesi olabilir.
Askere gittikten bir süre sonra, mektupları,
kartları gelmeye başladı bizimkinin. Satırlarında güller açıyordu.
Yazıcı olmuştu. Koğuşlarda ve cigara molalarında şarkılar
söylüyordu, koğuşların biriciğiydi, herkes onu el üstünde tutuyordu.
Hareketlerine çok dikkat ediyor, uygunsuz teklifleri en sert biçimde
geri çeviriyordu; efendiliği, disiplini ve ağırbaşlılığıyla
asteğmenlerin, yüzbaşıların da gözüne girmişti. Başlarda biraz
zorlanmıştı, ardından gülenler, eğlenenler olmuştu ama, şimdi
mutluydu. Onu sevmişlerdi. Belli ki açmışlardı da... Besbelli
verdiğim akıllar işe yaramıştı. Söylediklerim, zaten onun duruşuna
uygun şeyler olduğu için bu rolü benimsemekte ve oynamakta hiç
zorlanmadı. Rahat bir askerlik yaptı. Döndükten sonra, baktım,
askerde verdiği imtihanı biraz abartmış, aldığı tezkereyi, bütün
hayatı için kazanılmış bir hak gibi fazla ferah feza yaşıyor, "Aman
dikkat et Muhterem", dedim. Bu ne hal? Tahmin edebileceğiniz gibi,
hafif tertip "Kopar Zincirlerini Gülsan" tablosundaydı.
Birkaç Neriman Köksal
da tanıdım, işleri elbette Muhterem Nur'larınkinden çok daha zor,
bahtları daha karadır. Yalnızca mücadele ettikleri erkeklerle değil,
beraber olduktan erkeklerle de aynı nedenlerden ötürü mutsuz
olurlar. Güçlü bir çekim alanları olduğu kesindir, buna kapılıp
gelenler, bir süre sonra bundan ötürü kaçarlar. "Yuva kurmak"ta
Muhterem Nur'lar kadar şanslı değillerdir. Muhterem Nur ekolü
olanlar, rol dağıtımı yapılmış bir dünyanın parçasıdırlar;
askerliğin dışındaki heteroseksüel blokajın askerlik duvarlarında da
böyledir. Yani "içinde yaşadığımız toplum" dediğimiz duvarlarda
da... Aslında Muhterem Nur'lar da istenmezler elbet, ama
recmedilmezler de... Taşlar Neriman Köksallar içindir.
|