25 Nisan 2006, Salı - 23:58 Kendini beğenmeyen gururlular AB'ye hem ağlarız hem gideriz mi? Son günlerin çok konuşulan milliyetçilik araştırması, "kendini beğenmeyen gururlu" halimizi ve dindar, örf-adetlere önem veren muhafazakâr bir ideolojiye itibar ederek, bu iç çelişkiyi giderme çabasını gözler önüne seriyor 16/04/2006 www.radikal.com.tr AYŞE KADIOĞLU (Arşivi) Tempo dergisinin Bilgi Üniversitesi öğretim üyelerinden istediği 'Milliyetçilik' araştırması, her şeyden önce bir medya organının bir üniversiteden "bilgi" isteğine işaret ettiği için önemli ve sevindirici bir gelişme. Bu araştırmayı yöneten Doç. Dr. Umut Özkırımlı milliyetçilik konusunda son derece yetkin bir isim. Evrensel akademik topluluğun izlediği milliyetçilik literatüründe sık sık atıfta bulunulan önemli bir kuramsal kitabın yazarı ('Theories of Nationalism: A Critical Introduction', Londra: Macmillan, 2000). Araştırmada seçilen sorular, milliyetçilik ideolojisini diğer ideolojilerden ayrıştırarak tanımaya çalışmaya epeyce mesai harcamış kişilerin, bu araştırmaya emek verdiğini gösteriyor. Bu tür araştırmalarda soruların ne olduğu kadar, nasıl sorulduğu da önemli. Bu araştırmada bulgulara, aynı konuya odaklanan farklı sorular yolu ile ulaşılmaya çalışılması yararlı olmuş. Yine de sorulara verilen cevaplar, zaman zaman oldukça çelişkili sonuçlara işaret ediyor. Araştırmada karşılıklı konuşma şeklinde yapılan görüşmeler kullanılmış ve hepimiz biliyoruz ki Türkiye'de bu tür araştırmalarda insanlar her zaman doğruyu söylemeyip, kendilerinden söylenmesi beklenen şeyleri söylemeyi tercih ediyor. Bu tür araştırma sonuçlarına baktığımda, her şeyden önce Türkiye'de milli eğitim sisteminin ne denli "başarılı" olduğunu düşünüyorum. Bu sistemin çarklarından geçen herkes zaten milliyetçi oluyor. Bu sistem yolu ile milliyetçilik bizden sonraki kuşaklar tarafından da yeniden üretiliyor. Milli eğitim sisteminden nasibini alan herkes, tam olarak milliyetçi hisler duymasa bile, en azından duyuyormuş gibi davranmaya yatkın oluyor. Gururun kaynağı militarizm mi? Çelişkili sonuçlardan biri şöyle: Katılımcıların yüzde 50.3'ü Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi bölmek istediğine inanıyor ancak buna rağmen yüzde 63.1'i AB üyeliğini destekliyor. AB'nin Türkiye'yi bölmek istediğini düşünen katılımcıların oranı, aynı soru, "AB üyeliğinin Türkiye'den talep ettiği reformlar Sevr Antlaşması koşullarından farksızdır" gibi bir ifade yolu ile sorulduğu zaman, bu ifadeye katılanların oranı yüzde 33.5'a düşüyor. Katılımcıların yüzde 52.4'ü kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlarken, yüzde 59.8'i de bir Türk milliyetçisi olarak en çok Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne önem vermek gerektiğini söylüyor. Daha da ötesi, yüzde 52.2'si, yakın dönemde ülkemizin yaşadığı bazı olaylar içinde kendisini en rahatsız edenin, yabancıların Türkiye'de toprak satın alması olduğunu söylüyor. Buna rağmen AB üyeliğine destek var. Bütün bunlar ciddi bir çelişki yumağına işaret ediyor. Katılımcıların yüzde 53.3'ü Türk olmaktan gurur duyduğunu, yüzde 30.4'i ise çok gurur duyduğunu (ikisinin toplamı yüzde 83.7) söylüyor. Oldukça gururlu bir tablo ile karşı karşıyayız. Bir yanda Türk olmak ile gurur duyan, ülke toprağından ödün vermek istemeyen, AB'nin bu toprağı bölmek istediğine inanan, bir yandan da AB üyeliğini destekleyen bir insan portresi var karşımızda. Bu insanların AB ile olan ilişkisi akla ilk olarak faydacılığı getiriyor. İkinci olarak, bana öyle geliyor ki, bu kişiler Türk olmaktan dolayı "gururlu" ancak yine de "kendilerini beğenmiyorlar". İşte bu durum, karakterimizin en önemli özelliklerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor: Avrupalı olmak isteyen, yeterince Avrupalı olmadığı için kendisini beğenmeyen ancak bir yandan da kendi ulusal kimliği ile gurur duyan insanlar var ülkemizde. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 80'i askerlik yapmış. Bunların yüzde 54.9'u bedelli askerlik imkanı olsa bundan yararlanmazdım derken, yüzde 52'si de bedelli askerlik imkanı olsa, çocuklarını bundan yararlandırmayacağını söylüyor. Ülkemizin AB'yi isteyen, gururlu milliyetçilerinin gururunun kaynağında militarizm var gibi görünüyor. Kasım 2005'te Radikal İki'de yayımlanan bir yazıda, Türk ulusal kimliğinin ötekilerinden birisinin (Tanıl Bora'ya atıf ile) kendi "geçmişi" yani "mazisi" olduğundan söz etmiştim. Özellikle laikliğe ilişkin politikalar, İslam'ın ülkenin geri kalmışlığının sorumlusu olarak görülmesinden güç alıyor. Türkiye'de bu görüş nedeniyle İslam ile ilişkili motifleri "geri kalmışlık", laikliği de "çağdaşlık" olarak algılamak pek yaygındır. Cumhuriyet Türkiyesi'nde Batılılaşma, Osmanlı'da olduğu gibi varolan iktidar ve düzenin devamını sağlayan bir araç olmaktan çıktı ve bir amaç oldu. Bundan dolayı, ülkede "geçmiş" gericilikle bir tutulur ve olumsuzlanarak algılanır. Türkiye'yi muasır medeniyetler seviyesine yükseltmek için, geçmiş belleklerden silinmeye çalışılır. Türk eğitim sisteminden nasiplerini alan vatandaşlar, geçmişi unutmayı ve bu unutkanlığı yeniden üretmeyi çok iyi öğrenirler. Ne kadar çok unutursak, o kadar Batılı olmak kuvvetle muhtemeldir çünkü. Zaten, özel çaba gösterip Osmanlıca öğrenmedikçe, 1928 öncesine ilişkin literatürü okumak da mümkün değildir. Cumhuriyet öncesini "cahiliye" devri olarak kabul edip unutmak en makbul vatandaşlık özelliğidir. İşte bu noktada, yukarıda değindiğim araştırmanın da akla getirdiği "kendini beğenmeyen gururlular" karşımıza çıkıyor. Kendini beğenmeden Türklüğü ile gurur duymak romantik açılımları olan, milli seferberlik yıllarına ilişkin bir coşku. Bu gurura tam olarak Batılı olamamaktan kaynaklanan bir burukluk eşlik ediyor. İşte bu gurur nedeniyle, zaman zaman AB karşısında tavır alıyor, ancak son kertede AB'ye katılmayı da istiyoruz gibi görünüyor. Kendini beğenmeyen gururlular, kendilerine rağmen tutuldukları, arabesk bir Batılılaşma nöbeti içinde kıvranırken, gururlu olup gururlu kalarak ateşlerini düşürmeye çalışıyorlar. Söz konusu milliyetçilik araştırmasının bence en önemli bulgusu, Türkiye'de Batı'ya rağmen Batılılaşma şeklinde yaşanan ve sık sık dile getirilen bir olguyu açığa çıkarması, sayılara ve kağıt üzerine dökmesidir. Bunu yaparken de kendini beğenmeyen ve değişmesi gerektiğine ikna olmuş gururluları da tüm açıklığı ile karşımıza çıkarmış. Milliyetçilik denizi Araştırmanın gözler önüne serdiği önemli bir bulgu daha var. Bu da toplumda muhafazakârlığa olan yatkınlık. Araştırmaya katılanların yüzde 37.2'si Türkiye'nin AB üyeliği için dininden, yüzde 14.1'i ise örf ve adetlerinden (toplam yüzde 51.8) vazgeçmemesi gerektiğini düşünüyor. AB üyeliğinin Türkiye açısından yaratabileceği en önemli tehlikeler arasında yüzde 45.3 ile örf ve adetlerimizin zarar görmesi var. Yüzde 45.1 dinsiz olmanın Türklük ile bağdaşmayacağını söylüyor. Türklük ile Yahudi ve Hıristiyan olmanın bağdaşmayacağını söyleyenler yüzde 38.1 iken, bu rakam eşcinsellik için yüzde 23.1 olarak tespit edilmiş. Yüzde 68.8 çocuklarının Müslüman olmayan biriyle evlenmesini onaylamıyor. Yüzde 60.8 ateistleri/dinsizleri, yüzde 58.7 ise eşcinselleri komşuları olarak görmek istemiyor. Muhafazakârlık bir yerde, kendini beğenmeden gururlu olmaya gösterilen bir tepki, kendi kültürüne ilişkin din gibi, örf-adet gibi motifleri kucaklayarak, iç tezatlıklara bir denge getirme; kendini sevmeye çalışma çabası olarak okunabilir. Burada gözlenen, bir yandan Batılılaşmaya dair bir değişimi onaylarken, bir yandan da kendinden vazgeçmemeye, kendi kimliğiyle barışmaya dair bir çabadır. Bugün Türkiye'de belirmekte olan en önemli ideoloji işte böylesi bir muhafazakârlık. Evet, bu muhafazakarlık zaman zaman milliyetçilikle flört ediyor. Bu flörtün nasıl bir ilişkiye doğru evrileceği önemli. Zaten milliyetçilik, öyle tek başına ele alındığında değil, başka ideolojilerle eklemlendiğinde daha iyi göze görünür. Araştırmanın da gösterdiği gibi, milliyetçiler ve milliyetçi olmayanları ayırmak son derece güç. Milliyetçilik denizinin içinde yüzerken onun bir alternatifi olduğunu hayal etmek zor. Öyle ki, onun alternatifini hayal edenler bile, yine milliyetçiliğin (ancak bu sefer Türk değil de Kürt milliyetçiliğinin) kodları ile konuşabiliyorlar. Böyle ortamlarda milliyetçi ideolojinin dışında kalmaya çalışanlar hain olarak görülüyor. Evet, son günlerin çok konuşulan milliyetçilik araştırması, "kendini beğenmeyen gururlu" halimizi ve dindar, örf-adetlere önem veren muhafazakâr bir ideolojiye itibar ederek bu iç çelişkiyi giderme çabasını gözler önüne seriyor. Benim bu araştırmanın sunumunda eksikliğini duyduğum en önemli konu ise, milliyetçilik ideolojisinin diğer ideolojiler ile olan eklemlenmesinin öne çıkarılmamış olması. Çünkü aslında milliyetçilik ülkemizde 'sine qua non', yani olmazsa olmazdır. Belki de onun yükselip yükselmediğinden daha önemli olan konu, onun hangi ideoloji ile eklemlenmiş halinin öne çıkmakta olduğudur. Geleceğin siyasal tercihleri ise muhafazakâr milliyetçilik ile faşizan milliyetçilik arasında olacak gibi görünüyor. Her ikisinin de dışında kalanlara şimdiden geçmiş olsun.
|
Bu konu için mesaj gönderme aktif değildir. Daha fazla bilgi için yönlendiriciniz ile iletişim kurunuz. |