Açıl susam açıl
Tuna Erdem
"Açılsak da mı saklansak, açılmasak da mı saklansak. İşte bütün mesele bu." Çünkü ne kadar açılırsak açılalım saklanıyoruz. Açılmak durumunda olmamız bile saklı tutulduğumuzun, üzerimizin örtüldüğünün kanıtı. Saklanmak açılmanın önkoşulu ve bu önkoşulun adı heteroseksizm, yani heteroseksüel cinselliğin norm kabul edilmesi. Ama bu soruya cevap aramadan önce, tümüyle gizli kapaklı bir eşcinselliğin mümkün olup olmadığını sorgulamak, tümüyle kendi içine kapalı bir cinsel tercihin, tercih olup olmadığını didiklemek, yani "eşcinsel olmak ne demektir?" gibi çetrefil bir soruyla başa çıkmak gerekiyor. Karşı cinsi arzulamamak eşcinsel olmak için yeter koşul mudur? Hemcinslerini arzulamak, bu arzu bir eyleme dönüşmese bile kişinin eşcinsel olduğunu gösterir mi? Hemcinslerle yaşanan hangi cinsel edim, eşcinselliğin tescili anlamına gelecektir? Eğer eşcinsel olmak, cinsel bir edimi varsayıyorsa, bütün bütüne gizli kapaklı olmak mümkün değildir. Kişi eşcinsel olduğu anda açılmıştır artık. En azından partner(ler)i cinsel tercihlerini biliyordur, ismini bilmese bile. Yok eğer eyleme dönüştürülmemiş arzuyu da eşcinsellik diye algılıyorsak (ki çoğu açılma öyküsü tam bu noktada, arzunun öznesi tarafından algılanıp adlandırılması süreciyle başlar) o zaman kapalı oluna-bilir ve açılmak insanın kendi kendisine açılmasından başka birşey değildir. Kendini tanımanın, adlandırmanın bir parçasına dönüşür açılmanın böylesi. Sayısız ve çoğu zaman çelişen benliklerden birinin diğerlerine açıklama yapması biçimini alır. Bu ilk açılmadan sonra gelecek açılmalar, açılıp saçılma türü bir striptiz, Matruşka bebeklerini andıran bitimsiz bir süreçtir adeta.
"Ben eşcinselim" cümlesini kendine söyleyen kişi, bilahare yakın dostlarına, ailesine, iş arkadaşlarına, patronuna, gerek tüm kamuoyuna da bu cümleyi tekrarladığında muhatabı değişse bile her seferinde aynı mesajı mı iletmektedir? Her bir açılma kararında farklı faktörlerin göz önüne alınıp, farklı risklerin ölçülüp biçiliyor olması bile aynı cümlenin farklı bağlamlarda farklı edimlere denk düştüğünü gösteriyor. Ama daha önemlisi her "eşcinselim" cümlesini duyan, farklı bir anlam yükleyecektir. Eşcinsel nedir sorusu dile gelmese de her seferinde akla gelecek, cümleyi duyanın kendi cevabı, açıklamanın içeriğini belirleyecektir. Kendimi açtım zanneden kişinin hiç istemediği bir yere kapatılması, kategorize edilmesi işten bile değildir. En iyi ihtimalle "Ben eşcinselim" cümlesi çoğu kişi için "ben heteroseksüel değilim"den öteye bir anlam ifade etmez. Yani bir olumsuzlamadır. Bundan öteye kendini açmak isteyen tutup eşcinselliğin tanımı konusunda anlaşamamaktadır.
Naziler gay ve lezbiyenleri her an görünür ve açıkta tutabilmek için pembe ve siyah üçgenlerle donatmışlardı. Günümüzde aynı üçgenleri kullanıyorsak, bu "anlayana" açılmak istediğimizdendir.
Açılmak derken çoğu zaman heteroseksüellere açılmayı kastediyoruz. Bu durumda sadece gizlenmenin zıddı olmaktan çıkıyor açılmak ve görmezden gelinen bir gerçeğin gözlerini kapayanların gözüne sokulmasını içeren bir eyleme dönüşüyor. Açılmak, sadece cinsel tercihini beyan etmekten ibaret bir edim değil, cinsel kimliğini ilan etmekle başlayan bir siyasal eyleme dönüşüyor. Cinsel tercih olarak eşcinselliğin heteroseksüele söyleyecek sözü yok, cinsel
kimlik olarak var. Açılmak konusunun eşcinsel ajandanın ilk sırasında bulunagelmesi de bu özelliğe bağlı zaten. Ancak açacak birşey olması, normun dışına itilmişliğin hem kanıtı hem tescili. Böylesi bir dünyada herkes aksini söyleyene kadar heteroseksüel olduğu için, olmayanların bir açıklama yapması gerekiyor. Eşcinselliğin beyanı da ne yazık ki bu normun kabulü. Bunu bir siyasi eyleme dönüştürmek heteroseksizmin belirlediği bir gündeme karşı tepkisel politikalar yürütmeye dönüşebiliyor. Belki de eşcinseller açılmak yerine, heteroseksüelleri açılmaya zorlamalı. Heteroseksüelliğin kendinden menkul konumunu sarsmalı. Cinsellik dendiğinde içindeki heteroseksüelliği gizlememek, her defasında heteroseksüel cinsellik diye açmak, ben eşcinselim demekten daha faydalı bir politik tavır olabilir.
Bu noktada sadece kişisel bir tercih olarak açılmadan değil, açılmamakta ısrar edenleri zorla açma, deşifre etme uygulamasmdan da söz etmek gerekiyor. Homofobinin ciddi bir tehdit olduğunu bildiğimiz bir toplumda, açılmanın bir lüks olduğunu, ya bir miktar tuzu kuru, ya da kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış olmayı gerektirdiğini unutmamak gerekiyor. Kimse açılmak uğruna aç ve açıkta kalmak zorunda değil. Bu açıdan kimsenin kendi iradesi dışında cinsel tercihlerini açmamak gerekiyor. Ama maalesef iş bu kadar basit değil: çoğu zaman kişisel bir tercih olan açılma, başkası adına karar vermeyi, bir başkasını da açmayı gerektiriyor. Özellikle lezbiyenler için durum bir hayli çetrefil. Gay'ler cinsel tercihlerini beyan ettiklerinde karşılarındakini ikna etmekte güçlük çekiyorlar mı bilmem, ama lezbiyenler çoğunlukla çekiyor. Fallosentrik bir dünyanın genelgeçer muhayelesinde gay'lere lezbiyenlerden daha çok yer var. Ortada penis olmadan seks olamayacağı inancı, lezbiyenliği açılacak bir cinsel tercih olmaktan çıkarıyor. Teresa de Lauretis, "Lezbiyen demek için iki kadına gerek vardır." derken, birçok şeyin yanısıra bunu anlatıyor. "Hadi canım yeme bizi" türü bir cevaptan, şaka yapılmışcasına gülmek gibi bir tepkiden sonra açılmakta ısrar ederseniz, yapılacak tek şey.partnerinizi de açmaktır. Geçtiğimiz aylarda açılan iki ünlü lezbiyenin, bir televizyon starı ve bir milletvekilinin aynı anda partnerlerinin kimliğini de açmış olmalan tesadüf değildi sanırım. Ancak bu tür tepkiler bile açılmanın ne menem birşey olduğunu gösteriyor aslında. "Ben lezbiyenim" demek kahramanca bir politik eylem sayılabilir ama ardından gelen "nasıl oluyor yani kadın kadına bu iş?" yollu hafif alaycı, bol miktarda röntgenci bir soruya cevap vermek "dava"ya hizmet midir, yoksa ihanet mi? Susturulan, görmezden gelinen, yok sayılan bir grubun görünürlük peşinde olması doğaldır ama görünürlüğün rahatlıkla göz altında tutulmaya dönüşebileceği de unutulmamalıdır. Sonuçta Naziler gay ve lezbiyenleri her an görünür ve açıkta tutabilmek için pembe ve siyah üçgenlerle donatmışlardı. Günümüzde aynı üçgenleri kullanıyorsak, bu "anlayana" açılmak istediğimizdendir.
Kısaca "açılmak" ancak heteroseksist bir dünyada mümkündür. Heteroseksüelliğin norm sayılmadığı bir dünyada bu kavramın ne yeri, ne işlevi vardır ve hepimizin gerek açılarak, gerek açılmayı reddederek hedeflediği böylesi bir dünyaya varmak olsa gerektir. Açılanlar olmadıkça da bu hedefe varmak güçtür elbet, ama bu arada Foucault'nun tabiriyle "itiraf eden hayvanlara" dönüşmemek için özen göstermek ve açılayım derken bambaşka yerlere kapatılmamaya dikkat etmek gerekiyor.
% 100 GL dergisi, 1998 sayı 5
|