Sevgili Pioneer,

Yamalı bir bohçadan farklı olmadığını düşündüğüm mesajını okudum. Neden yamalı bohça olarak gördüğümü, elbette ki açıklayacağım. Ve burada, "yamalı bohça" deyimini, pejoratif olmak uğruna değil, şu hakaret kavramına açıklık getirebilmemizi sağlayacak bir örnek oluştursun diye bilhassa kullanıyorum. Hakaret kavramına dair bir karmaşa yaşadığını(zı) düşünüyorum. Karşı eleştiri geliştiremediğiniz her sözü, fikir üretemediğiniz her durumu, üslubu sert olan her türlü eleştiriyi, ironiyi, benzetmeleri, farklı kişisel üslupları, vb. "hakaret" çığlıkları ile etiketlemektesiniz. Sanırım ki bu durum, sahip olduğunuz derin kavram kargaşası, etiketleme ve yaftalama eğiliminiz ve renksizliğiniz (buradaki "renksizlik", "renkli kişilik" kavramıyla ilgili değildir) ve anlama yoksunluğunuz ile ilgili olsa gerek. Bir sözlük açıp hakaret maddesini okursan, nelerin hakaret kavramının kapsamına girdiğini rahatlıkla görebilirsin... Sana göre, şu anda okumakta olduğun paragrafta söylediklerim de birer hakaret ve aşağılama sözcüğü... Sana sormak istiyorum; ben senin ya da bir başkasının hakkında bunları düşünüyorsam ve bunları açık açık söylüyorsam, neresi hakaret ve aşağılama bunun? Senin yazdıklarının bütünü bir yamalı bohçadan hakikaten farksız ise, bunu ifade etmeyeyim mi? Masaya masa dendiği gibi, yamalı bohçaya da yamalı bohça denir... Söyleyeceklerini şekerle kaplayıp saçma bir doğruculuğa ve sahteliğe girenlerden değilim.

Şu Necmettin Erbakan benzetmesi ile yaptığın şıklığa gelirsek... İyi oldu bu benzetmeyi yaptığın. Ben, olur da bir gün Necmettin Erbakan ile Süleyman Demirel arasında bir tercih yapmak zorunluluğunda bırakılırsam; senin gibi bir Süleyman Demirel olmaktansa, Necmettin Erbakan olmayı seve seve tercih ederim. Şu nedenle ki, Necmettin Erbakan deyince aklımıza bir renk gelir; yeşil. Süleyman Demirel deyince de aklımıza hiçbir renk gelmez; ama komikbir renk karmaşası gelir. Son yazdığın metin, bu uyumsuz ve eklektik renk karmaşasının güzel bir örneğini oluşturuyor. Onca laf edip hep aynı şeyleri söyleyen, oradan buradan devşirdiği klişelerle, sloganlarla, özlü sözlerle diyeceklerini oluşturan, politik doğruculuğun sularında bir öyle bir böyle yüzen, her türlü rengi bünyesinde barındırmaya çalışırken komik bir renk bulaşıklığı sergileyen, dokuyacak bir kumaşı ve kendine ait ipliği olmadığı için oradan buradan kestiği yama parçalarıyla bohça yapabilen bir Pioneer The Süleyman Demirel olma fikri şu anda bile beni irkiltiyor. Yine de Süleyman Demirel, belli bir ideolojinin tarafıdır, bütün kaypaklığına ve ikiyüzlülüğüne rağmen. Ama öyle görülüyor ki, sen kötü yapılmış, bütün oluşturamayan bir kolajsın... Demirel yerine yoksa rahmetli Turgut Özal'ın işbitiriciliği ve eğilimleri birleştirme özelliği üzerinden mi bir benzetme yapmalıydım? Sen seç artık hangisini beğenirsen; ikisi de uyuyor çünkü... Ne diyorsun, yine mi hakaret ettiğimi düşünüyorsun?

Hayır Sevgili Pioneer, bunlar hakaret değil, sadece düşüncelerim ve ancak böyle ifade edilebilirler. Gördüğümü (dahna doğrusu senin gösterdiğini) söylüyorum...

Yaşamda taraflar vardır, Pioneer. İnsan, kendisinin seçmediği bir gerçekliğin içine doğar; hani şu sistem, düzen dediğimiz şey var ya, işte o... İnsan, toplumsal konumunu, sınıfını kendi seçmez, birçok şey ona önceden biçilmiştir. Önemli olan, o konumun bilincine varmaktır ve tarafını tutmaktır. Politik olmak demek, tam da budur işte: Taraf tutmak. Kişisel tarihinde başına gelenler ve gelecekte başına potansiyel olarak gelebilecek olanlar, tarafımızı belirlemiştir. Bunu seçmek ya da seçmemek, kişinin bilinç durumu ile ilgilidir. Ama tabii bunun ilk şartı bir birey olmak, bir birey gibi düşünebilmekten, kendi biricikliğini inşa etmiş olmaktan geçer. Ne yazık ki, senin de benim de içine doğduğumuz toplumun en iyi becerdiği şey, birey olabilmeyi büyük bir ustalıkla engellemek ve bastırmak. Biraz düşünmeyi denersen, şu listede yaşanan olayların böyle bir temele oturduğunu kavrayabilirsin ve bu listenin de özellikle son günlerde gösterdiği manzara itibariyle, bu toplumun bir mikro modeline -bilhassa sizlerin sayesinde- dönüştüğünü anlayabilirsin. İşte sen, hiç farkında olmadan, o modelin devamını savunanlardansın. "O düzen devam etsin, ama nolur biz de içinde olalım..." Çünkü zaten, içinde yaşadığın realiteye karşı radikal bir eleştirin yok. Sen düzenin devamından yana olanlardansın. Evet, insanın radikal bir eleştirisi elbette ki olmayabilir; ama böyle biri, eşcinsel haklarının savunucusu olarak ortaya çıktığı zaman işin rengi değişir; hele ki bu kişi ya da kişiler, eşcinsellerin haklarını savunuyoruz diye, zerre kadar farkına varmadan o eşcinsel haklarını gasp eden toplumsallığı yeniden üretmekten başka hiçbir şey yapmıyorlarsa! İşte, bu durumu fark edip şiddetle eleştirenler, sen ve senin gibi olanların gözünde ya elit oluyorlar, ya projelerinize gölge eden oluyorlar, ya lafla peynir gemisi yürütmeye çalışanlar oluyorlar, ya bozguncu oluyorlar ya da başka bir şey oluyorlar. Bunları derken de sizler, slogan pankartlarına dönüşmekten başka bir şey olamıyorsunuz. Tek yapabildiğiniz, ne yazık ki bu... Sen, uzlaşmacı ve rötuşçusun. Bozuk olanın yapının bizzat kendisi olduğunu, o yapının dışında tutulmaya ve yaşam hakkımızın elimizden alınmaya çalışılıyor olmasının o yapının doğrudan özü ve kurgusuyla ilgili olduğunu, o yapı ile uzlaşmaya çalışmanın sadece tuzağa düşmek ve intihar etmek olduğunu anlayamayanlardansın. (Bu, benim kişisel doğrum değil, tamamen objektif bir doğru. Mesele, bunu görebilmekte ya da görememekte. Şu anda aklından, "ona buna faşist diyene bak" diye geçiyor değil mi? ) Bu durumun da seni, orta yolcu, uzlaşmacı, eğitici, birleştirici yapıyor. Bunlar öyle güzel kavramlardır ki, o yapının varlığını tehdit edebilecek tüm potansiyelleri etkisizleştirmek için inceden inceye oluşturulup kullanıma sunulmuş renkli haplardan başka bir şey değildirler... Acaba hangimiz körüz, Sevgili Pioneer?

Yazmış olduklarının nasıl bir kakofoni oluşturduğunu hiç farkında mısın? Kendi içinde tutarlılığı olmayan, birbiriyle alakasız ve uyumsuz bir sürü şeyin yanyana iğnelenmeye çalışıldığı, bir iskelete sahip bulunmayan, çocukluğumuzdan beri bildiğimiz ve artık köhnemiş benzetmelerle, kalıplarla ve özlü sözlerle dolu ve en önemlisi de yeryüzünde artık terkedilmiş köhne bir sosyal demokrasi anlayışının sinmiş olduğu mesajın, işte tam da bu nedenlerle bir yamalı bohça niteliği gösteriyor... Koltuğunda uzun süre tartışmayı takip ettikten, her denileni alt alta yazdıktan, herkesi ve onların dediklerini kendi kantarında tek tek tarttıktan sonra, ortaya bilenkişi edasıyla çıkıp özet ve durum tespiti yapma cüretini göstermiş olduğun metnin ve onun üreticisi olan sen, sana da cumhurbaşkanlığı dönemindeki Süleyman Demirel'i hatırlatıyor mu?

Tuhaf ikilikler var mesajında: Vücudunun üst kısmına bir "alçakgönüllü politik doğruculuk" elbisesi giymişsin. Ama alt tarafında üstteki ile yanyana gelince sırıtan bir giysi var. Bir yandan alçakgönüllülük ve politik doğruculuk oynuyorsun. Diğer yandansa, "O ne güzel konuştu, bu nasıl da hatalı. Durum şudur, şunu iyi yaptık bunu kötü yaptık. O haklıdır, bu haksız" diyerek birilerini taltif eden diğerlerini yeren "sınıf öğretmeni" elbisen ve zaman zaman da ortaya çıkıp "yazdıklarını çok beğendim, dergide yayınlamak istiyorum" diyen "değer biçici ve taltifçi büyük editör" elbisen var. Komik oluyorsun, Pio... Söylediklerinle yaptıkların arasındaki derin çelişki nedeniyle komik oluyorsun. (Sakın bana, bu son dediğime karşılık, "ben onu gerçekten beğenmiştim ve herkesle paylaşılsın diye o teklifi getirdim" deme. Bunun böyle olmadığı kendini sunuşundan ve ortaya koyuşundan dolayı apaçık ortada). Paul'ün atılmasının nedenleri arasında gösterdiğiniz, "yazdıklarını seviyorum, artık sen de yazdıklarını merak ettiğim kişilerden birisin" cümlesi, senin bu yaptığının yanında hakikaten çok masum kalıyor. Ben, insanların kendilerini farkında olmalarını meziyet sayanlardanım... Ama sen ne yazık ki bu meziyetin konusu olamayacak durumdasın.

Yazdığın mesajda kullandığın dil de üzerinde durulmaya değer bu arada... ....mıştır, miştir ile biten cümlelerin, senin hangi dinamiklere, nasıl bir ruh haline sahip olduğunu ve kendini nerede gördüğünü ortaya koyuyor. Olan biteni özetleyen ve "şu şöyle yapmıştır bu böyle yapmıştır" diyebilme cüretini sana sağlayan pozisyonun, tam da, burada sana ve diğerlerine yöneltilen eleştirinin odak noktasına denk geliyor; siz her ne kadar bunu anlayamasanız ve göremeseniz de...

"Söz konusu 3 kişinin > kendilerine saldırması gibi bir risklerinin olmadığını bilen bazı > arkadaşlar, elbette bu saldırganlıktan rahatsız olmayarak "aa ben neden > başkalarının -azınlıkların- haklarını koruyayım onlar kendilerini > savunsunlar" söylemiyle büyük (!) balık küçüğü yutar deyimini > yaşatmışlardır. Savunmadıkları azınlıkların haklarını, bir başka azınlık > haklarını savunurken C.siperhane çalışmışlar "yahu neden sadece kendiniz > için demokrasi istiyorsunuz" sorusunu yüz üstü bırakmışlardır. Malumdur ki > sahte bir yaklaşımla demokrasi nidaları atan bu insanların hali şu günlerde > Necmettin Erbakan efendinin başına gelenle aynıdır. Hakkında yazdıklarından > ötürü mahkum ettirdiği gazetecilere şimdi düşünce suçu kaldırılsın > feryatları atan Erbakan, şu an içinde olduğumuz durumu da aydınlatmaktadır. > Dün hakları yenenleri görmezsek ve demokrasi ama herkes için demokrasi > demezsek bu gün yaşananları da davet etmiş oluruz. Tabi çıkıp yarın siz de > aynı şey senin başına da gelebilir diyecek, doğrudur.. Herkes bilmelidirki > Rüzgar Eken Fırtına Biçecektir."

Yapma be Pioneer! Çok eskimedi mi bu kalıplar? Gazetelerde, televizyonlarda tartışan sıradan politikacılar bile böyle demagojilere başvurmuyor karşısındakini alt etmek için. Hangi büyük balık? Hangi küçük balık? Hangi hakla buradaki insanları böyle konumlara oturtabiliyorsun? Yok Erbakan, yok çifte standartlı demokrasi, yok rüzgar, yok fırtına... Tamam, demagog ol da, bari eleştiri yönelttiğin yazıda, kurguladığın demagojiye uyacak bir şeyler olsun; ama en önce eleştiri yönelteceğin insanın ne demeye çalıştığını iyi anlamayı dene... Tartışmakta olduğun insanlarla tartışırken ve karşıt söz oluştururken, düşünce ve söz üreterek yap bunu; toplumsal tabuları insanların üzerine salarak, insanları dokunulmaz değerlere saldırmışlar gibi gösterip karalayarak, kalıplar ve sloganlar kullanarak demagoji yapma... Ben her ne kadar yapma demesem de sen yine yapacağını yapıyorsun ve birilerini "büyük balık", başkalarını da "küçük balık" haline getiriyorsun. Hayırdır, mahallede miyiz? Ve sen ya da diğerleri de mahallenin küçük çocuklarını büyük çocuklardan koruma misyonunu edinmiş mahallenin abileri misiniz? Size özelden mesaj atıp "şuna baksana yaaaa.." diyen çocukları, kötü çocuklardan koruma ve düzeni sürdürme görevini kim verdi? Buradaki insanlar eşit. Üstelik kimse kimseyi dövmüyor. Saldırgan ve sert üslupları hiç olmadıkları bir şekilde değerlendirip bambaşka boyutlara taşımak, olsa olsa, sizlerin, burada hakim kılmaya çalıştığınız anlayışı iyice oturtabilmeniz ve bu anlayışı haklı kılmanız için örnekler yaratma çabanızdan başka bir şey değildir. Bilmem kaçıncı kez söylüyorum, sizin sorununuz, kendinize böyle hamilikler biçmek; ahlak, doğruluk ve seviye bekçiliğine soyunmak. İnsanları mazlumlar ve zalimler diye ayırıp, sonra da kendinizi bu durumun düzenleyicisi durumuna getirmek...

Sanırım bu mesajın bundan sonraki kısımlarında, yazmış olduğun mesajda bana yönelik eleştirilerin ve daha başka şeylerin karşılığı olarak bir şeyler söylemeyeceğim. Bana yönelik kısımları yanıtlamakla zaten çok uzamış olan bu mesajı daha da uzatmak ve senin mantık ve akıldışı çözümlemelerinin bir parçası olmak istemiyorum. Ama şu kadarını söyleyeyim ki, "açık bulma avcılığı"nı iyi beceremiyorsun ve bulduğunu sandığın açıkların karşısında yazdıkların, evlere şenlik oluyor. Senin yazdığın metin üzerinden devam etmekten vazgeçmemin diğer büyük sebebine gelince sevgili Pioneer; karmaşık ve kusura bakma ama bozuk cümlelerin, bozuk bir mantık zinciri ile birleşince, hakikaten birçok yerde ne dediği belli olmayan bir metin ortaya çıkıyor. Bunu bütün samimiyetimle söylemek istiyorum; ki gerçekten birçok yerde neyi neden dediğini nasıl bir mantık kurduğunu, birkaç kez okuma sabrını göstermiş olmama rağmen, anlayabilmiş değilim.

Bu yazmakta olduğum mesajda, şu atılma olayından çok, değinmek istediğim başka şeyler var. Benim derdim, çok başka. Benim derdim, üç kişinin neden atıldıkları değil. Onları ve yaptıklarını savunmak, hiç değil. Benim tepkime bir birikimin sonucu diyebiliriz... Ortada birkaç kişi var ve bunlar neyin nasıl olacağına karar vermek pozisyonundalar. Ben işte bu duruma ifrit oluyorum. Ve bu kişiler, her ne hikmetse, her yerde varlar. XXXChat'te onlar var, XListe'de onlar var, belli bir zamandan beri Lambda İstanbul'da da onlar var. Kendileri xxxchat'in op tayfasını oluşturuyorlar. En büyük özellikleri, aynı konularda aynı durumlarda aynı şeyleri düşünüp birbirlerini onaylamak. Başkaları üzerine karar almak için birbirlerine telefonlar ediyorlar. Ve elbette ki her keresinde hemfikir oluyorlar. Bir gün olsun içlerinden bir tanesi farklı düşünse, tüm eleştirilerimi geri alacağım... XListe'nin işleyişi hakkında karar verecek mekanizmayı yine onlar oluşturuyor. Son olarak da, Lambda'nın nasıl işleyeceğini onlar belirliyor. Nedir bu durumun açıklaması? "Biz biliriz, biz tespit ederiz. Bizim gibi düşünmeyenler, dışarı!" diye yola çıkıp sonra her şeyi berbat eden bu kişiler, kendilerini ve tutumlarını zerre kadar farkında değiller. Ve zarar verici oluyorlar...

xxxChat'in hali ortada... Oradaki tutumunuz ve anlayışınız yüzünden, güzel bir chat kanalını herkesin sıkıntı duyduğu nefret ettiği bir yer haline getirdiniz. Tam bu noktada benim de kendime bir eleştiride bulunmam gerekiyor: Herhalde bir gaflet sonucu olsa gerek, sizin oradaki düzeninizin bir parçası da ben olmuştum bir ara. Ama bir zaman sonra farkettim ki, işi iyice azıttınız ve saçmalamaya başladınız. Kendime olan saygımı kaybetmemek için, o ortaklığa son verme kararı aldım. (Benim opluktan niye ayrıldığımı merak ediyordun Pioneer, işte öğrendin)... Kendi kaleniz gibi algıladınız orayı. Orada da kafanıza göre adam atıyordunuz, hatta bir ara bunu öyle bir hale getirdiniz ki, kendi dünya görüşünüz dışında laflar söyleyenleri bile atar hale geldiniz. Hiç unutmuyorum, biri bir gün, Huysuz Virjin'in eşcinseller hakkında "ikiyüzlü ve sahtekardırlar" demesine karşılık, "eee haklı, ne kızıyorsunuz" gibi bir laf etmişti ve bu düşüncesi oradaki, sosyal demokrat, kaleme aldığı Lambda basın bildirilerinde demokratlığı, ayrımcılık karşıtlığını, adaleti çığıran opumuz EL (EL)'in hoşuna gitmeyince, "sen gay kimliğine aykırısın" gibi dudak uçuklatıcı bir nedenle odadan atılmıştı! İşte siz, busunuz.! O kadar saçmaladınız ki, gaychat'i, eşcinselleri heteroseksüellere hoş gösterecek bir vitrin haline getirdiniz. Geyik yapmayın, ayol demeyin, seviyeli olun, bakın hetELar da var sonra hakkımızda ne düşünürler... türünde yüz kızartan bir ilkelliğin sürdürücüsü oldunuz orada... Ve burada yaptıklarınız da, burayı da oraya benzetmeye çalışmaktan başka bir şey değil... Buna, son zamanlarda hakimi olduğunuz Lambda'yı da eklemek gerekiyor... İşte beni son derece sinirlendiren, sizin bu pervasızlığınız ve cüretiniz.

Burada da aynı şeyi yapıyorsunuz. Burayı da berbat etmiş durumdasınız. Hayır, şu anda aklınızdan geçmekte olduğu gibi, burayı berbat edenler atılmış olan arkadaşlarımız değiller. Bizzat sizsiniz! Şunu açık açık söylüyorum, eğer burada bu tutumunuzla olmasaydınız, böyle durumlar yaşamayacaktık. Bu lafım size elbette ki çok garip geliyor, hatta gülüyorsunuzdur, ama ne yazık ki böyle... C.'nin yazdıklarını okuduğumuzda, C.'deki kemikleşmiş adam atma, yok etme, def etme, susturma saplantısını rahatlıkla görebiliyoruz. O, nedense başka türlüsünü bilmiyor ya da öğrenmemiş. XListe'de bile "gidip özelde tartışsınlar" diyor, gaychat'te dediği gibi. Bu gerçekten inanılmaz bir şey! Onun artık etiyle kaynaşmış at gözlüklerini çıkartmak sanırım artık olanaksız, hele ki etrafında böyle güzel destekçileri varken...C.'nin gaychat'te hakim kıldığı ve size de zamanla benimsettiği anlayışı hangi hakla burada da hakim kılmaya çalışıyorsunuz? Bilirsiniz, C., gaychat'in tek söz sahibidir. Bunun aksini iddia etmek komik olur, çünkü bunun böyle olduğunu herkes bilir. Orada o ne derse o olur. Ona karşı çıkılsa bile, o karizmatik olgunluğu ve erdemliliğiyle tartışmaya girişir ama en sonunda "Konu kapanmıştır!" diye son noktayı koyar. Bunu ne uğruna yapar? Ona sorarsanız, bir kazanım olarak gördüğü ve herkesçe takdir edilen gaychat'in sürekliliğini sağlamak için. Ama gelin görün ki, onun ve sonra da askerleri kıldığı sizlerin bu tutumu yüzünden böyle bir kazanım falan kalmadı ortada. Şimdi görüyoruz ki, bu durum burada da geçerli. Burasını, bal gibi de, en başta C.'nin ve sonra da kendinizin playground'u olarak algılıyorsunuz; bunu inkar etmeniz sizi ancak yalancı durumuna düşürür. Kral o kadar çıplak ki... Görmemek için ya sizin alkışçınız olmak gerekiyor, ya ilişkileri bozulacak diye size karşı duramayanlardan biri olmak gerekiyor ya da kör olmak gerekiyor. Ha bir de, sizin niye bu tür konumlarda olduğunuzun nedenleri arasında, bu yerlerin tepelerine konuşlanmış olmanın size sağladığı popülerliğin getirileri var elbette... Bu durum sizin kişisel psikolojilerinizle ilgili olduğu için beni çok fazla ilgilendirmiyor. Çamur atıyorum diye düşünmenize hiç gerek yok, çünkü bu durum da apaçık ortada duruyor.

Ve artık anlıyorum ki, bu konu ve konular hakkında söyleyeceklerim tamamen havaya gidecekler... Çünkü ben ve tepki gösteren diğer kişiler, sizin buraya hakim kılmaya çalıştığınız zihniyete tepki verdiğimizi ve hangi hakla kendi zihniyetinizi buraya hakim kılmaya çalıştığınızı sorsak da , siz hala atılanların niye atıldığını temcit pilavı gibi anlatmakla meşgulsünüz. Aynen Süleyman Demirel ekolünde olduğu gibi! Sorulanlara ve söylenenlere karşılık vermiyor, kendi kafanızdakileri söyleyip duruyorsunuz...

Son olarak, Lambda İstanbul hakkında birkaç şey söyleyeceğim... Aslında benim bu konuda söyleyeceğim çok şey var. Zira, ilk kez 5 yıl kadar önce katıldığım ve birkaç aralıkla uzun süreler katılımcısı olmayı sürdürdüğüm bu grubun bu 5 yıl içinde nereden nereye geldiğini görme şansına sahibim... Ama bunların tamamını buraya yazacak kadar ne zamanım var, ne de isteğim... Ama yine de genel olarak demek istediklerimi sıralayacağım.

Öncelikle, Lambda'yı eşcinsel hareketin mutlak platformu olarak görmekten vazgeçin. Bunu artık öyle bir boyuta getirdiniz ki, sanki eşcinsel hareket üzerine söz söyleyecek herkes gelip bunu Lambda'da söylemek zorunda. Yok eğer gelmiyorsa, susmak ve asla eleştirmemek zorunda. Eğer eleştiriyorsa da, yaftalarınız hemen hazır, onları yapıştırır çamuru atarsınız: Elit! Lafla peynir gemisi yürütenler! Mail canavarları! Gölge edenler!.. Ben size şimdi  faşizan demeyeyim de ne diyeyim?! Hangi hakla söz söyleyecek olanlara mutlak bir platform biçmeye kalkıyorsunuz! Zaten sizin eleştirmekten anladığınız, Lambda'ya gelip çalışmalara yardımcı olmak, kendi fikirlerini söylemek. Eğer bu yapılmıyorsa, eleştirenler birer çıkıntıdan başka bir şey değil. Bu nasıl bir körlük, nasıl bir mantıktır, anlayamıyorum doğrusu.

Lafla peynir gemisi yürüten mail canavarlarının kalkıpta > aşağıladıkları Projelerin bir tarafından tutmalarını beklemek hayal olur. > Heleki adına bir şeyler yapılacak kesim Elit kesim değilken, heleki bir > azınlık(!)ken heleki zayıf insanlarken. Bunun yerine bu iş için zamanını, > emeğini, sevgisini ve kişiliğini ortaya koyanlara saldırı varken. > Düşünüyorum da şu mail listesinin Lambda gibi organizasyonlara ne > verebildiğini, çok da bir şey sayamıyorum.

Bu nasıl bir dramatizasyon ve romans oluşturma yeteneği, Sevgili Pioneer! Böyle yaparak nasıl da birçok şeyi boğuntuya getiriyorsun... Siz Lambda beyin takımının oradaki özverisi, sabrı, bir şeyler yapmak isteği gibi şeylerin yanına, ben, orada o pozisyonda bulunmanın size sağladığı popülerliğin getirilerini eklesem, buna ne dersin? Bence bu konuya hiç girmeyelim, çünkü başka ve bu tartışmanın sınırını aşacak gerçeklerden konuşmaya başlamamız gerekecek... Bu arada, "mail listesinin Lambda gibi organizasyonlara ne verebildiği" de ne demek? Mail listesi, Lambda'nın zamanla besleyicisi olacak bir oluşum olarak mı kurulmuştu? Mail listesi Lambda'ya bir şey mi vermek zorundaydı? Lambda'yı ve Lambda üzerinden bir şeyler yapmayı mutlak sayışın burada da kendini gösteriyor. Bu nasıl bir mantık, nasıl bir kavrayış, Sevgili Pioneer?

Pioneer, senin Lambda'yı eleştirenleri "keyfi değerlerle eleştirenler" olarak algılamanı çok doğal karşılıyorum. Senden aksini beklemek sana haksızlık olur. Çünkü daha, Lambda'yı eleştirenlerin neyi niye eleştirdiklerini anlamıyorsun bile. Somut projeler gibi takıntılarınız var. Lambda'nın eşcinsel hareketten anladığını paylaşmayan birinin Lambda'ya gelmemesini ve o anlayışı eleştirmesini nasıl oluyor da haksızlık olarak niteleyebiliyorsun? Mesela ben, eşcinsel politikadan çok başka bir şey anlıyorum, senin anladığından. Sizin Özal kaynaklı "işbitiriciliğiniz" benim hiç ilgi alanıma girmiyor. Ben, "öncelikle bir duruş ve sağlam bir politik söz bütünü gereklidir" diyorum, siz "ama bizim güzel güzel procelerimiz var, gel sen de tut bir tarafından" diyorsunuz. Ola ki sağırsınız, denilenleri duymaktan bu kadar uzak olduğunuza göre. Diğer yandan, sizin sosyal demokrat anlayışınızın tamamen karşısındayım; çünkü sosyal demokrasi denen şeyin; durumu kurtarmak, ikiyüzlülük, kaypaklık olduğunu gayet iyi biliyorum. Ben, bizim yaşam hakkımızı elimizden almaya kalkan yapının özü değişmedikçe hiçbir şeyin değişemeyeceğini biliyorum, sen ve senin gibiler ise "ama biz bu toplumun içinde yaşıyoruz, çatışmamalı, uzlaşmalıyız" teranesini söylüyorsunuz... Benim doğam yüzünden bana yaşam hakkı tanımamaya neredeyse sonuna kadar kararlı olan bir toplumla uzlaşmaya kalkmayacak kadar onur sahibiyim. Üstelik, böyle bir uzlaşmanın asla ve asla mümkün olamayacağını görebilmeye yetecek kadar da asgari akıl düzeyine sahibim. Ve dahası, beni ben olmaktan alıkoymak isteyenler beni hoşgörsünler, canımı yakmasınlar diye onlara şirin ve olumlu görünüp yamanmaya kalkmayacak kadar da utanç sahibiyim. Batının özgürleşme modellerini bir Doğu toplumunda uygulamaya kalkmayacak kadar da akıl sahibiyim. Daha kendi toplumunu tanımayanların eşcinsel harekete soyunmalarına ancak gülebiliyorum. Ha bunları bir tarafa bırakın, sizin şu "projelerimiz" dediğiniz şeyler bile, benim tüm bu eleştirilerimden bağımsız düşünürsek, kendi içlerinde bile tutarlılığa ve bir olabilirliğe sahip değiller ki... Şimdi ben, bu durumda, bu kadar temelden farklılıkların olduğu bir durumda, nasıl olur da, sizin projelerinize ortak olabilirim? Ve ben bu yüzden sizin aranızda yer almıyorsam, ama sizi bireysel özgürlüğümü ve konuşma hakkımı kulanarak eleştiriyorsam, siz hangi mantık ve cüretle ortaya çıkıyor ve benim sizi eleştirmemi eleştiriyorsunuz, bir de üstüne üstlük sizin projelerinize katılmadığım için beni suçluyorsunuz? Ben ne zaman Lambda hakkında bir şey söylesem, bana "gel bunu Lambda'da söyle" gibi saçma sapan bir laf edilmiştir. Kendi başına düşünmeyi becerebilen biri olarak, Lambda'yı her yerden eleştirebileceğimi düşünüyorum. Lambda'ya ise ancak o grubun bakışını paylaşıyor olsam katılırım; şayet Lambda'nın bir bakışı, bir duruşu varsa eğer..."Travestileri eşcinsel olarak kabul edelim mi etmeyelim mi" sorusuna 5 yıldır takılıp kalmış bir grup hakkında ben ne düşünebilirim ki? Daha, bu ülkede, günlük hayatta yaşadıkları sorunlar üzerine düşünmeye kalkışmayan, bunları ifade etmek için zaman ayırmayan birileri ile ne yapmamı bekliyorsunuz? Yaptıkları, topu topu 200 tane eşcinseli ilgilendiren bir grubu ben nasıl eşcinsel hareketin bir platformu olarak algılayayım ki? Birilerinin kendi zihniyetini mutlak kılmaya çalıştığı bir grupta benim ne işim olabilir ki? Vakti zamanında, itilafta olduğu bir eşcinsel hakkında, yayınladığı dergide "puşt, ibne, götveren, lubunya" diye hakaretler savuracak kadar iğrenç ötesi bir düzeyi tutturmuş bir grubun hakkında ben ne düşüneyim?... Daha toplu olarak konuşmayı bile beceremeyen, "ay parti çok kötüydü" dediğinde, "peki nesi yüzünden kötüydü" diye sorunca tek bir kelimelik yanıt bile veremeyen; bar-parti deyince yüzü gelen ama "biz bu hayatta hangi ortak sorunları yaşıyoruz, biraz da bunlardan konuşalım" deyince of-pof demeye başlayan insanlarla dolu bir toplantıda mı ben eşcinsellerin özgürlüğü için bir şeyler yapabileceğim? Peehh, güldürmeyin insanı! Projelerden bahsediyorsunuz... Siz benim yönelttiğim eleştirileri lafla peynir gemisi yürütmek diye nitelerseniz, benim sizinle ne işim olabilir? Bir kere olsun, size yöneltilen ve lafla peynir gemisi yürütmek olarak nitelediğiniz eleştirilerde ne denmeye çalışıldığını asla anlamaya kalkışmadınız. Tek yapabildiğiniz, ya çamur atmak ya da "hadi kardeş madem öyle gel sen de bizimle çalış" gibisinden yüksek anlayışsızlığınızın göstergesi cümleler kurmak oldu. İçinde yaşadığımız toplum nasıl ki bizi "ötekiler", "çıkıntılar" diye niteliyorsa, siz de sizin gibi düşünmeyenleri (ve üstelik sizden olanları) aynı muamele ile karşılıyorsunuz... Şimdi... Hani şu çok sevdiğiniz pride, gurur, onur gibi kavramlar var ya... Bu kavramları ağzınıza alırken şu okumakta olduğunuz paragrafta anlattığım şeyleri düşünerek alın bundan sonra... Pride partisinin çıkışında bir bardan diğer bara gidişi, eşcinsel onur yürüyüşü olarak algılama komedisinden ve kompleksinden çok başka bir şeydir onur kavramı... Eğer bedelini ödemeye hazırsanız, önce bir Stonewall yaratmaya çalışın ondan sonra onur ve gurur duymaya kalkın. Yok eğer buna gücünüz yetmiyorsa, dışarıdan gurur ve onur ithal etmeye kalkışın ve bar müşterilerinin bar kapandığı için başka bir bara gitmek üzere yürümelerine "ilk pride yürüyüşümüz kutlu mutlu olsun" diyerek, komik duruma düşün. Ama bunun karşılığında size söylenecekleri kabullenmeye de hazırlıklı olun..

Siz, politika üretmenin ne olduğunu da farkında değilsiniz. Laf (laf burada düşünce anlamında) üretilmeden politika yapılamayacağını, hatta bazı durumlarda "karşıt söz" üretebilmenin en ciddi politika olduğunu dahi anlamaktan uzaksınız. Lambda'ya gelmeyi, somut proje üretmeyi birer mutlaklık haline getirip bu mutlaklığa uymayanları yaftalamaya kalkıyorsunuz. "Lafla peynir gemisi yürüten mail canavarlarının kalkıp da aşağıladıkları Projelerin bir tarafından tutmalarını beklemek hayal olur", demişsin. Bu laf şu anlama geliyor: "Bizim projelerimizin bir ucundan tutmak, aslolandır. Tutmayanlar, bir işe yaramayanlardır, çenelerini kapasınlar..." Yani, projelerinizi bir ucundan tutacak olanlar sizin tarafınızdan değerli bulunacaklar, tutmayanlar ise tukaka olacaklar... Ne diyeyim ben sana bilmiyorum ki, Sevgili Pioneer... Tüm bu yaptıklarınız, onu bunu elit diye (elitin ne olduğunu bile bilmeden) etiketlemeye kalkmanız, Türk ülkücülerini hatırlatıyor bana... Mesela Devlet Tiyatrolarında baleye ayrılacak bütçe tartışmalarında, "Bu entel işidir, bizim halkımızın başka şeylere ihtiyacı vardır" diyen güzide Türk ülkücüleri ve faşistleri gibi, sizler de "yaptıklarınızın arkası da altı da dolu değil, çok ciddi bir yanılsama içindesiniz... böyle bir uzlaşma söz konusu bile olamaz, hayal görüyorsunuz! Bataklığı kurutmak gerekiyor, siz ise sadece sinekleri hedef almış durumdasınız" diyenleri, "elitleeerr!! Gölge etmeyiinn!" çığlıkları ile karşılamıyor musunuz?... Onlara ne kadar benzediğinizi ah bir görebilseniz...

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Yukarıda dilim döndüğünce söylemeye çalıştıklarımla, uzun zamandan beri değişik platformlarda yakından tanımakta olduğum sizlerin kafa yapılarınız, anlayışlarınızı, bakış açılarınızı anlatmaya çalıştım. Bundan sonra bu listede ne olacağı, tabii ki sizin yüksek seviyeli anlayışınıza, politik doğruculuğunuzun sınırlarına bağlı. İstediğinizi yine atarsınız, istediğinizi tekrar geri alırsınız. Nasıl olsa tıklamanın sonu yok. Egroups sitesini moderate etmeye yarayan küçük bir şifre, size bu olanakları sağlıyor. Ama işte bu kadarsınız. Yapıp yapabileceğiniz her şey; sadece bir kaç şeyden kaynak bulabiliyor: Bir şifreye sahip olmanız, ilişkiler bozulmasın diye birkaç tane arkadaşınızca desteklenmeniz; bu ortamda yalnız ve tek başına kalmaktan korktukları için, kurmuş olduğunuz hakimiyetin ve geçer akçe olan popülerliğinizin yanında durup bunlardan nasiplenmek isteyen belli sayıda gay tarafından okeyleniyor olmanız.. Bu relation ve connection'larınız olmasa, ne olurdunuz, merak ediyorum... Size ve sizin gibilere tepki duyanların, karşı çıkanların ise seslerini yükseltmekten başka yapabilecekleri bir şey yok, bu listede, yine sizin sayenizde...

Hiçbir zaman yapmayacağınızı, yapamayacağınızı bilmeme rağmen, dilerim bir gün kendinizi sorgularsınız. Bana, azgelişmiş ve her şeyin birbirine karıştığı ve yaşamdan çok ölümü hatırlatan; bireylerden değil koyun sürülerinden ve bir türlü kendi olamamış organizmalardan oluşan bir ülkede yaşadığımı, o ülkenin azgelişmiş insanları olarak bir kez daha gösterdiğiniz ve hatırlattığınız için size teşekkür ediyorum.

Sevgilerimle,

Mustafa