Murat YALÇINKAYA
Eşcinsel Kimliğin Kurgulanması Sürecinde Bedenin Etkisi ve
Etkilenmesi
I. BİR SAVAŞ ALANI OLARAK BEDEN
"Your Body is a battleground."
Kimlik ve farklılığın okunma alanı olma özelliğini de
gösteren beden, tam da bu nedenden dolayı bir savaş/mücadele alanı
olarak düşünülemez mi? Toplumsal olarak kurgulanan kimlikler
toplumsalın imgesini bedenlere yansıtırken, kamusal alandaki
farklılıkları bedenler üzerinden okumak da mümkündür. Kendimizi
ifade etmenin aracı olarak bedenlerimiz; disipline edilerek, belirli
diyetler inatla uygulanarak, spor yapılarak, seçip giyilen
kıyafetlere özen gösterilerek, küpenin hangi kulağa takılacağı
cinsel tercihlerden doğru belirlenerek biçim kazanır, bir toplumsal
imgeler silsilesi haline gelir. Tüm bunları ise iktidar
ilişkilerinden bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. Çünkü
bedenlerimiz, kimliğin ve farklılığın bir alanı oldukları kadar,
iktidarın hedefi ve aracısıdırlar da. Foucault'nun deyişiyle,
iktidar, bedenin içine sızmıştır. Böylelikle, kamusal alanda
kendimizi ifade etmenin aracısı olan bedenlerimizin bilincine varmış
ve arzu edilen beden imgesine ulaşmak üzere bitmek bilmeyen bir
mücadeleye de başlamışızdır:
"Bedenin denetim altına alınması ve beden bilinci, ancak bedenin
iktidar tarafından ele geçirilmesiyle kazanılmıştır. Jimnastik,
askeri talimler, kas geliştirme, çıplaklık, güzel bedenlere övgüler
düzülmesi... Tüm bunlar, iktidarın sağlıklı bedenler üzerinde,
çocukların ya da askerlerin bedenleri üzerinde yürüttüğü aralıksız,
inatçı ve titiz çalışma sonucu, bireysel bedenin arzulanır
bulunmasını hedefleyen bir çizgi üzerinde yer alır." (Foucault,
1994)
Bedenin, kimliğin ve farklılığın alanı olduğu kadar iktidarın
hedefi de olduğu savı, eşcinsel kimlik bağlamında düşünüldüğünde,
daha da güçlü bir sav haline dönüşebilir. Çünkü, heteroseksizmin
farklı ve kaypak söylemlerinde içkin olan, eşcinsel kimliğin beden
ve cinsel eylem dolayımında tanımlanmasıdır. Eşcinsel beden, batı
toplumunda, farklı disipline etme ve düzenleme uygulamalarının
nesnesi olmuştur: Yasa koyucuların ve tıpçıların nesnesi olarak
eşcinsel beden -dolayısıyla kimlik- patolojik olarak görülmüş,
cezalandırılmış ve böylelikle iktidarın denetim mekanizmalarının
operasyonlarına maruz kalmıştır.
İktidarın, eşcinsel beden üzerinde uyguladığı bu operasyonun yanı
sıra, eşcinsel bireyin kendi kendini belirleme mücadelesi de aynı
beden üzerinde sürüp gitmiştir. Böylelikle, eşcinsel beden,
iktidarın dayattığı kimlik ile bireyin kendisi için kurgulamaya
çalıştığı kimliğin çarpıştığı bir savaş alanı haline de
gelmiştir.
Bu nedenle, 19. yüzyılda ayrı bir kişilik tipi olarak ortaya
çıkan gay kimliğinin günümüze kadar olan değişimini izlenmenin bir
yolu da, toplumsalın imgesinin yansıdığı bedenin izini sürmektir.
Heteroseksist toplum, eşcinsel erkeği hep kadın kimliğinin yanına
koyarak, onu kadınsı kıyafetleri, makyajı ve tavırlarıyla pasif
olarak görme ve tanımlama eğilimindedir. Bu durum, eşcinsel
erkeklerin kendi bedenleriyle kurduğu ilişkilerin belirleyenlerinden
biri olduğu için, eşcinsellerin kişisel anlatıları incelendiğinde,
çocuklukta yapılan makyajların, annelerin eteklerinin giyilmesinin,
tırnaklara oje sürülmesinin hikayelerine rastlanabilir. (KAOS GL
dergisinin 'Yaşamın İçinden Kartpostallar" bölümüne gönderilen
özyaşam anlatılarında, bu tür hikayelere rastlanmaktadır.)
Tüm bu nedenlerle, ikinci bölümde, kadınsılık ve erkeksilik
dolayımında eşcinsel kimliğin 19. yüzyılın sonlarından itibaren
günümüze kadar geçirdiği evrimi, Segall'in (1995) makalesinden
yararlanarak tartıştıktan sonra, 70'li yıllardan itibaren
erkeksiliğe yaslanan ve kaslı bedende ifadesini bulan gay
kimliğinin, Foucault'nun deyişiyle, bir "direnme" (resistance) odağı
olarak düşünülüp düşünülemeyeceğini incelemek istiyorum.
II. KADINSILIK VE ERKEKSİLİK DOLAYIMINDA GAY KİMLİĞİ
Michel Foucault ve Jeffrey Weeks, 1970'lerde yaptıkları tarihsel
araştırmalara dayanarak, bir kişi tipi olarak eşcinselin, batı
düşüncesinde ancak 19. yüzyılın sonlarında icad edildiğini ileri
sürmüşlerdir. Weeks (1977), heteroseksüel ve eşcinsel kişi
arasındaki karşıtlığı vurgulayan bu özel cinsel davranış düzenleme
tipinin, eşcinsellik ve efemineliği birleştiren farklı bir eril
eşcinsel alt kültürün yayılmasının (yaratılmasının?) ve
ilerlemesinin yardımcı etkeni olarak 19. yüzyıl sonlarında ortaya
çıkışının nedenlerini şöyle açıklamıştır: 19. yüzyıl boyunca orta
sınıf kültürünün güçlenmesi ile birlikte aile içi ilişkiler ve
cinsel ilişkiler yeniden yapılanmıştır. Bu dönemle birlikte;
"dişil", fiziksel zayıflığı, duygusallığı, ekonomik bağımlılığı;
"eril" ise fiziksel gücü, duygusal olarak kendine güveni ve ekonomik
bağımsızlığı çağrıştırmaktadır. Bunlara bağlı olarak, zamanın
toplumsal, yasal ve tıbbi otoriteleri tarafından "yepyeni toplumsal
sorun kategorileri" icad edilmiş ve irdelenmiştir: Mastürbasyon
yapan çocuk, histerik kadın, sapık yetişkin, yoz ve eşcinsel.
İlk kez 1869'da Macar yazar Karoly Maria Benkert tarafından
ortaya atılan eşcinsellik terimi, 1890'larda seksologların
incelemelerinde ve "insanın cinsel deneyiminin çeşitliliklerine
ilişkin sınıflandırmalarında" (Seagall, 1995) kullanmalarıyla
yaygınlık kazanmıştır. Eşcinselliğe doğurgan olmayan bir cinsellik
taşıdığı için doğaya karşı işlenmiş bir suç olarak bakılırken, tıp
bilimi de eşcinselliğe tersine çevrilmiş veya karışık bir cinsiyet
oluşumuna sahip, doğuştan uyumsuz veya sapkın kişiler olarak
bakmıştır.
Tıp biliminin ayrı bir sorun kategorisi olarak eşcinsellikle
ilgilenmesinin, eşcinsel kimliğin oluşmasına bir temel sağladığı ve
bu yüzden de eşcinsel özgürlükçülerle tıp bilimi arasında "kutsal
olmayan bir ittifakın" doğduğu iddia edilebilir. Foucault, eşcinsel
kimliğin tanımlarına içkin olan öğelerin, tıp biliminden alındığına
işaret ederken bu ittifaka dikkat çekiyordu. Seagall (1995) ise, tıp
biliminin sosyo-politik iddialara patolojik yaklaşımı öne çıkararak
müdahale ettiğinde, bunun aslında tüm tartışmalı toplumsal
içerimleriyle birlikte, eşcinsel kategorisinin oluşmasına karşı bir
tepki olduğunu, ama aynı zamanda, bu yeni kategori yerleştiğinde de,
bunu kontrol etme ve yeniden tanımlamaya yönelik bir çaba olduğunu
söyler.
Tıp biliminin süregiden çabaları ve dönemin yeni evcimenlik,
kadınlık, evlilik ve aile ideallerinin yüceltilmesinin koşut
gitmesi, eşcinselliği ahlak kampanyalarının baş hedefi haline
getirmiştir. Yükselen homofobi, sadece eşcinsel ilişki kuran
erkeklerle ilgili kalmayıp, daha çok, tüm erkek ilişkilerini
düzenleyen bir araç görevi görmüştür. Toplumsal olarak kurulan erkek
kimliğinin bekası, kendi erkekliğini sürekli kanıtlamaya ve
kendisinin eşcinsellerden ve kadınlardan ne kadar farklı olduğunu
sürekli ortaya koymasıyla mümkündür. Bu nedenlerle, 19. yüzyılın
sonlarından itibaren, erkekler arasındaki ilişkinin azaldığı ileri
sürülebilir. Foucault, ayrı bir kategori olarak eşcinselliğin ortaya
çıkışının, erkekler arasındaki arkadaşlığın yok olmasıyla tarihsel
olarak bağlantılı olduğunu ileri sürmüştür.
19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında, eşcinselliği mahkum
etme çabası ve bunun bulaşıcı olabileceği korkusu, fiziksel olarak
zinde ve sağlıklı erkeklik anlayışına önem verilmesine neden
olmuştur. Çünkü, zamanın eşcinsel tipi, yüzünden şehvet akan,
solgun, ruhsuz, parfüm kokulu, efemine ve tuhaf hareketleri olan
biridir. Eşcinsel tiplemesi, bu dönemde efemineliği ve travestiliği
içerir. Bu tiplemenin kendilerini eşcinsel olarak gören erkekler
üzerinde çok önemli ancak karmaşık bir etkisi olmuştur. Çünkü
toplumsal kategorilerle insanların benlik ve kimlik duyguları
arasında otomatik bir ilişki olmadığından, kimi eşcinsel erkekler
kendilerini eşcinsel olarak tanımlamamışlardır (Seagall, 1995).
Weeks'in (1977) dediği gibi, son yüzyıldaki eşcinsellik tarihinin en
önemli özelliği baskıcı tanımlama biçimiyle, savunmaya yönelik
kimliklerin ve yapıların bir arada gitmesidir. Büyük şehirlerde
gelişebilen, efemine olarak tanımlanan, büyük ölçüde gizli eşcinsel
altkültürler, karşı cinsiyet davranışı ve travestizm
sergilemişlerdir. Seagall'e (1995) göre, efemineliği yücelten
erkeklerin kendileriyle alay eden üslubu, eşcinsel erkeklerin onları
hor gören bir toplumda kendilerini sunma biçimlerinden biri
olmuştur.
Weeks'in (1977) eşcinsel dünyasının parolası olarak kabul ettiği
belirsizlik ve muğlaklık içinde sabit olarak görülen toplumsal
kategori (efemine eşcinsel), kendi cinsine ilgi duyan ancak genel
tiplemelere uymayan çoğu erkeğin kendilerini eşcinsel olarak
görmemesine de yol açmıştır.
Batı ülkelerinde, 50'li yıllarda homofobinin arttığı gözlenir. Bu
artışın arkasında, üç etmenin yattığı öne sürülebilir: Kinsey
Raporu, McCarthy'nin avcılığı ve savaş sonrası halet-i ruhiyesi.
Kinsey, cinsellikle ilgili araştırmasının sonucu açıklandığında,
süregiden homofobinin azalacağını düşünürken, tam da bunun tersi ile
karşılamıştır. Kinsey, Amerika'daki erkeklerin büyük bir
çoğunluğunun, bir erkekle, doyumla sonuçlanan en az bir ilişki
yaşadığını açıkladığında, ahlak kampanyacıları eşcinselliğe daha
fazla saldırmışlardır. Savaş sonrasında homofobinin artması ise
ordunun kendine özgü yapısından ileri gelmektedir. Erkeklerin savaş
alanlarındaki samimiyetlerinin, alışılmamış arkadaşlıklarının ve
birbirlerine aşırı bağlılıklarının daha çok kadınsılık ile
bağdaştırılan yoğun duygusal sevecenliği, fedakarlığı, sevgi ve
düşkünlüğü andırmasındaki ironi dikkat çekicidir. Bu nedenle, savaş
sırasında erkekler arasındaki yoğun arkadaşlık duyguları, barış
zamanının daha duyarsız erkek ilişkilerine hatta heteroseksüel
bağlılıklara tehlikeli bir biçimde ters düşer. Savaş sonrasında,
erkekler eve döndüklerinde diğer erkeklerle aralarına mesafe
koymuşlar ve eşcinselliği de büyük bir tehlike olarak
algılamışlardır. Öte yandan, orduda eşcinsellerin durumu da dönemin
eşcinsel kimliğini anlamamız için önemli ipuçları sağlar:
"Trevor Rayla, erkeklik, cinsellik ve dövüşkenlik arasındaki ordu
hayatında teşvik edilen bağları analiz ederek efemineliğin askerin
en büyük suçu olduğuna işaret etmiştir. Ama, orduda, tipik eşcinsel
efemineliği sergilemeyi tercih eden bir askerin asla düşmanca
karşılanmadığını, alaya alınmadığını veya başka türlü bir tepkiyle
karşılanmadığını da söyler. Ancak, belli belirsiz kadınsı bir
görünümü veya sanatsal ilgileri olan diğer erkekler açıkça alaya
alınıyordur." (Seagall, 1995)
Murathan Mungan (1995) da, Muhterem Nur-Neriman Köksal yazısında,
erkek ideali ile ilişkisinde kaçak oynayan eşcinsel erkeğin
askerlikte rahat edeceğini, alaya alınmayacağını ifade eder.
Heteroseksüel erkeklerden farklılığını vurgulayan ve efemineliğe
yaslanmayan eşcinsel erkekler bir tehdit olarak algılanır ve
saldırıya maruz kalırlar. Bu nedenlerle, eşcinsel alt kültürler, her
ne kadar egemen kültür içinde ısrarlı veya savunmacı bir şekilde bir
yer edinmeye ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, erkek ideali ile
ilişkileri kaçak oynamaya dayanır: Bu ilişkide bazen meydan okuma,
bazen onaylama vardır. (Seagall, 1995)
Eşcinsel alt kültürde 50'li yıllardan itibaren erkek davranışları
geleneksel olarak "camp" görüntüsü almıştır: Erkeksi davranışlar
iyice bastırılarak bir tür kadınlık parodisi yapılmıştır. Ancak
camp, sadece kadınmış gibi yapan erkekler demek değildir. Camp'in,
olumlu bir estetik duyarlılığı, bir güzellik duygusunu ve bir acıyı
içerdiği düşünülüyordu. Jack Babuscio (1977), Camp ve Eşcinsel
Duyarlılığı adlı kitabında, camp'i şu şekilde tanımlamıştır:
"Yaygın olandan farklı bir bilinç yansıtan yaratıcı bir enerji.
Toplumsal baskı olgusundan kaynaklanan insani duygu karmaşalarının
güçlü bir biçimde kavranışı."
Bu nedenlerle, geleneksel eşcinsel kültür, yüksek kültür
biçimlerine olumlu bir ilgi göstererek, bu kültür biçimlerini
benimsemiştir. Ayrıca, bu gibi kültürel ilgi alanları kendi
başlarına bir erkeğin eşcinsel olduğunun düşünülmesine yol açabilir
veya bunu ima etmek için kullanılabilir. Çünkü, bizzat kültürel
duyarlılık, kadınsı bir durum olarak görülür. Bu dönemde de,
eşcinsel kimlik, kadınsılığa yaslanarak kurgulanmış ve camp kendini
politik olarak görmemiştir. Babuscio ise, camp'in politik bir önemi
olduğunu söyler: Camp, toplumsal cinsiyet kimliklerinin yüzeysel ve
yapay doğasını ortaya döker ve böylelikle "toplumumuzun kadınları
ezmek ve erkekleri baskı altında tutmak için kullandığı tüm
kısıtlayıcı cinsel roller ve cinsel kimlikler kozmolojisini alaya
almanın yolunu keşfeder." (Babuscio, 1977). Camp, Babuscio'ya göre,
erkeklerin kadınlarla daha çok özdeşleşebilmelerini ve erkek
göreneklerinin baskıcı olduğunu ifade edebilmelerini sağlıyordu.
Ancak, camp kültürünün görünüşte, erkeklik ve kadınlık uzlaşımlarını
reddetse de gerçekte bu uzlaşımlara yaslandığını ve bu nedenle de
bunları güçlendirdiğini gözden kaçırmamak gerekir.
60'lı yılların ortalarından itibaren ise, radikal eşcinsel
politikanın yükselişi ile egemen erkeklik biçimleri, eşcinseller
tarafından sorgulanmaya başlanmıştır. Bu yolla, iktidar ilişkilerini
dönüştürmek için cinsiyet kimlikleriyle ve yaşam biçimleriyle deney
yapan bir kültür yaratmak istenmiştir. Eşcinsellik Özgürlüğü
Cephesi'nin bir broşüründe, uzun vadedeki hedefin, toplumu,
üzerimizdeki baskının kökeninde yatan cinsiyet rolü sisteminden
kurtarmak olduğu ifade edilmiştir. Eşcinsellerin erkeklik üzerine
yazılarında, savaş ve şiddetin suç ortağı olması, kadın cinselliği
üzerindeki baskısı, heteroseksüelliğin erkeklerin ihtiyaçlarına göre
örgütlenmesi nedeniyle, egemen erkek söylem eleştirilmiştir.
Bu dönemde, eşcinsel kimliğin, efemineliğe yaslanılarak
kurgulanması hem sahiplenilmiş hem de buna alternatif olarak
androjen kimlik sunulmuştur. Kadınsılığın sahiplenilmesindeki
dinamikler artık çok farklıdır: David Fernbach, yeni liberal
hoşgorüye karşı şunları ileri sürmeyi önemli bulmuştur: "Eşcinsel
erkekler, gerçekten de efeminedir. İçimizdeki anneden gelen kültürü
bastırmakta ve erkeğe özgü şiddet unsurunu geliştirmekte başarısız
olduk biz..."
Eşcinseller, bu dönemde, geleneksel eşcinsel yaşantılarına karşı
yaratıcı bir alternatif önerdiler ve yabancılaşma yerine topluluğu,
yalıtım yerine yoldaşlığı, rekabet yerine sevgiyi, ticarete ve en
son modaya köle olmak yerine cinsiyetçilik ve yaşçılıkla mücadele
etmeyi vurgulayarak, erkek olmanın yeni yollarını bulmaya
çalıştılar. (Seagall,1995)
İlk eşcinsel özgürlükçüleri, eşcinsel hareketinde ileriye atılan
her adımın erkeklik kavramına vurulan bir darbe olacağını öne
sürüyorlardı. Ancak işler tam da böyle yürümedi. Toplumsal cinsiyet
sınır çizgilerinin genel olarak silikleşmesine, androjenliğe
geçilmesine veya daha kadınsı değerlerin ve niteliklerin zafer
kazanmasına yol açmamıştı bu hareket, tam tersine, 70'li yılların
sonundan itibaren eşcinsel çevrelerde yeni bir süper maço üslubu
gelişti. Kendilerine özgü deri ve kot elbiseler giyen kaslı eşcinsel
erkekler veya kısa saçlı, bıyıklı, ekose gömlekli, blue-jean'li ve
postallı bir örnek eşcinseller, klasik erkekliğin yüceltilmiş bir
biçimi olarak göründüğü gibi, "eşcinsel erkeklerin cinselliğini,
genelde, eril heteroseksüelliğe özgü, daha gevşek, duygusal açıdan
kayıtsız, tamamen fallosentrik ilişkilerin abartılmış bir biçimi
olduğu da anlaşılıyordu." (Seagall, 1995)
Artık eşcinsel kimliği, kadınsılıktan çok erkeksiliğe
yaslanıyordu ve bir eşcinsel erkek ile bir heteroseksüel erkek
arasında daha fazla yakın özellikler görülebiliyordu.
Tüm bu süreçler izlendiğinde; erkeksilik ile kadınsılık arasında
gidip gelen, erkek mitleriyle kaçak oynayarak bir muğlaklığı
yaşatmaya devam eden eşcinsel erkeklerin, kaslı bedenleriyle
toplumsal imgelerini yansıtmaları, iktidarın bedenin içine sızdığı
görüşünü doğrular niteliktedir.
III. HAZZIN VE DİRENMENİN ODAĞI OLARAK GAY BEDENİ
Lahti (1998), Tom of Finland albümlerinin tiplemelerini
tartıştığı makalesinde, bedenin, eşcinsel erkek kültüründe hazzın ve
direnmenin odağı olarak görülebileceğini belirtir. Lahti, bu
tartışmasını, Foucault'nun iktidar kavramıyla birlikte götürür.
Fakat Lahti, Foucault'dan farklı olarak, bedenin, iktidarın aracısı
ve hedefi olma nosyonu dışında, iktidara karşı bir direnme odağı
olarak da düşünülebileceğini ifade eder. Foucault'ya göre, iktidar,
bütünsel (total) değildir ve daima kendisine karşı potansiyel bir
direnme alanı da yaratır. Bu yüzden, aynı bedende, iktidarın
söyleminin izi sürülebileceği gibi, zıt kutupta olan direnmenin de
izi sürülebilir. İktidar ilişkileri direnç olmadan düşünülemezler.
Bu nedenlerle Lahti, Tom of Finland'daki deri kıyafetli, kaslı gay
bedenleri, egemen söylemin erkeksilik mitine bağlılığın bir ifadesi
olarak okurken, diğer yandan, tıp biliminin ve ahlakçıların, gay
bedenini patolojikleştirmeleri ve kadınsı görmekte ısrar etmeleri
karşısında bir direnme olarak da okumaktadır. Uzun bir dönem
boyunca, kadınsılıkla bir tutulan erkek eşcinselliğinin 60'lı
yıllarda androjenliğe vurgu yapılmasından sonraki dönüşümü ve
nihayet 70'li yılların sonundan günümüze kadar olan dönemdeki
vurgulu erkeksilikle tanımlanan kimliğin dönüşümü buradan da
okunabilir: Efemine tavırların, baygın bakışların, parfüm
kokularının, yüksek kültürle ilgilenmenin, kaslı bedenlere, ter
kokularına, doğrudan fütursuz bakışlı ve güce önem veren bir kimliğe
dönüşmesinde, egemen kültüre bir direnme de söz konusu olabilir.
Bu noktada, iktidar ve direnme odaklarını tartışırken, kaslı
bedenlere dönüşümde önemli bir araç olan vücut geliştirmenin (body
building) üzerinde durmak gerekir. Vücut geliştirme, sadece vücudun
gelişmesiyle ilgili değildir. Aynı zamanda, vücut geliştirme, bir
cinsiyeti rolünün gelişmesi, kurgulanması anlamına da gelmektedir.
Michel Foucault'yu izlersek, bir eşcinsel vücut geliştiricisinin
kaslı bedeni, disipline edici uygulamaların bir ürünü ve metaforu
olarak okunabilir. Foucault'ya göre, iktidar, çeşitli türlerde
bedenler üretir. Vücut geliştirme, disipline etme süreçlerinin
önemli bir parçasıdır, çünkü, bedene ilişkin ayrıntılı bir bilgiye
dayanır. Etkili olabilmesi için vücudun farklı kasları ayrıştırılır,
sınıflandırılır ve her birine uygun egzersizlerle geliştirilmeye
çalışılır. Bu süreçte, sadece bedenin hareket ettirilmesi de yeterli
değildir; kişinin yiyeceklerinin, günlük, haftalık, aylık ve yıllık
olarak programlanması da söz konusudur. Vücut geliştirme sürecine
girmiş olan kişiler için artık disipline edilmiş bir yaşam söz
konusudur. Bunların dışında, hiçbir ayrıntının önemi yoktur ve
iktidarın istediği ölçülere erişebilmek için bitmek tükenmek
bilmeyen bir çaba vardır. Buradan bakıldığında, aslında, gaylerin,
erkek mitiyle kaçak oynamalarının son bulduğu ve sonsuz bir
onaylamaya prim verdikleri söylenebilir. Güçlü, kaslı erkeklerle tam
bir özdeşleşme, ama yatakta erkekleri tercih etme.
Body building salonlarında dökülen terler ve diyet yapmak için
sarf edilen çabanın sonuçları, belki de her cinsel kimlik için aynı:
Güzel bulunmak, beğenilmek, partnersiz kalmamak. Ama, gayler
arasında beden faşizmine dönüşen kaslı beden tutkusunun; güçle,
iktidarla özdeşleşme isteğinden ve kimliğin daha görünebilir bir
haline bürünüp yapılan cinsel tercihten dolayı onur duymaktan ayrı
tutulamayacağı da ileri sürülebilir. Ayrıca, vücut geliştirme, diyet
ürünleri pazarlayan sektörle birlikte, kapitalist sistemin bireyi
tüketime koşullandırma işlevi taşıyan sektörlerinden biridir. Böyle
bir ortamda, Lahti'nin, kaslı bedeni bir direnme odağı olarak
görmesinin çok da haklılık payı taşımadığı ve fazla iyimser bir
yorum olduğu ileri sürülebilir. Erkeklik mitine hizmet eden kaslı
bedenin cinsel yöneliminin eşcinsel olması, sonucu çok da
değiştirmemektedir. Aksine, kaslı bedenin eşcinsel yönelimde olması,
iktidar ile eşdeğer olduğu aşikar olan kasın (kaslanma arzusunun)
arkasındaki hikayenin anlaşılmasını muğlaklaştırmakta, realiteyi
keşfetmekte sapmalara neden olabilmektedir.
* Barbara Kruger'in posterinden....
KAYNAKLAR
- Babuscio, M. (1977), Gays and Films, British Film Institute:
London - Foucault, M. (1994), Dostluğa Dair, Telos Yayıncılık:
İstanbul - Foucault, M. (1992), Ders Özetleri: 1970-1982, Yapı
Kredi Yayınları: İstanbul - Foucault, M. (1993), Cinselliğin
Tarihi, Afa Yayınları: İstanbul - Lahti, M. (1998), Dressing Up
in Power, Journal of Homosexuality, 314, pp. 185-205 - Seagall,
L. (1995), Ağır Çekim, Ayrıntı Yayınları: İstanbul - Weeks, J.
(1977), Coming Out: Homosexual Politics in Britain from The 19th
Century to the Present, Quarlet: London - Bordo, S. (1993),
Unbearable Weight, Feminism, Western Culture and The Body, Universty
of California Press: Berkeley - Ian, M. (1995), How Do You Wear
Body?, Body Building and The Sublimity of Drag
Murat YALÇINKAYA myalcink@ixir.com
|