|
Lambda Tarihine Kişisel bir Bakış I
İlk taslağını hem kendimi heveslendirmek hem mektup tarzını
vurgulamak amacıyla sevdiğim bir arkadaşıma göndermiştim.
Sevgili XXXXX,
Bunu iyice bil ki âşık, müslüman olamaz. Aşk mezhebinde küfür
de yoktur, iman da. Aşkta ne ten vardır, ne akıl. Ne gönül
vardır, ne can. Böyle olmıyan, bu hale gelmiyen kişi, âşık
değildir
Mevlâna Celaleddin Rumi. (Seçme Rubailer. 1945,
Abdülbak GÖLPINARLI)
Kişisel bölüm bugün (bu gece) bu kadar sevgili dostum, şimdi
Lambda'nın oluşumu ve öncekisini kısaca anlatayım. Yazmaya başlarken
Glenn Gould tarafından çalınan Bach'ın Goldberg Variations'i
dinliyorum. Nefis bir müziktir.
I.
İlk bölümde, beni Türkiye'ye getiren ve buranın eşcinsel
hareketinin içinde yer almamı sağlayan gelişimleri
anlatıyorum.
Açılma
Almanya'daki Bochum kentindeki üniversiteyi "Sosyal bilimci"
(Aşağı yukarı yüksek lisansa denk geliyor.) olarak bitirdikten
sonra Berlin'e taşınmaya karar verdim (1983). Üniversiteye
başladığımda bir yandan toplumu değiştirmek için gereken bilgiyi
edinebilmek tarzından safça bir umudum vardı. Öbür yandan,
bilgisayar, mantık, matematik, temel fizik (görecelik kuramı,
kuvantum mekaniği) gibi konular da ilgi alanımdaydı. Ancak kendimi
anlamak, sosyal ilişkiler kurmayı öğrenmek gibi konuların daha
hayati önemi taşıdıklarını da anlamıştım. Eşcinselliğimi o zaman
henüz kabul etmemiştim. Eşcinselliğimi kabul etme süreci, bir çok
psikolojik ve sosyal patlamalarla birlikte, öğrenimin son yıllarında
yaşadım. Üniversite bitirme tezim, kent gelişme ile ilgili bir
bilgisayar simülasyon programı (64 KB, 1 MHZ bir bilgisayar için
kendi yazdığım bir programdı.) ve buna temel olan kuramlar ve
istatistiklerdi. Bir daha imza atmayacağım oldukça blöfçü bir
araştırmaydı, çünkü o zaman kişisel sorunlar (aile dahil) ve
değişimler benim için ön plandaydı. Aynı zaman toplumun bütün
alanlarını istatistik olarak taramak isteyen nüfus sayımına karşı
çıkan inisiyatiflere de katılmıştım. Bu tür yaklaşımlar bir yandan
tam bir kontrolü amaçladıklarını, öbür yandan sadece ölçülebilen
verileri kabul eden bir anlayışı toplumu gerçekten anlamaktan uzak
kalacağını düşünüyordum. Eşcinselliğimi kabul edip, kendimle
yüzleştikçe, mantık oyunlarımı, duygulardan, hesaplanmayacaklardan
bir kaçış olarak anlamaya başlamıştım. Bu sebeplerden dolayı,
üniversiteyi bitirdikten sonra hemen bir iş bulmaya çalışmak yerine,
kendi kendimi bulmak için kendime biraz zaman tanımaya karar
vermiştim.
Berlin'de farklı kültürler Aralık 1983
Berlin'e gelince ilk zaman, eşcinseller tarafından işgal edilmiş bir
evde kaldım. (O zaman Almanya'da ev işgalcılığı dalgası yaşandı).
Berlin Freie Universität'te eşcinsel sosyologlar tarafından
düzenlenen "Eşcinsellik ve Toplum" konulu seminerlere de katıldım.
Ve neredeyse her akşam dışarıya çıkıp beyaz atlı prensimi aradım,
bulamadım da. Sonra, istatistikle ve kitapla uğraşmak yerine
yabancılara yönelik sosyal danışmanlık yaparsam, hem başka
kültürlerle tanışma fırsatı ve gerçekten toplumsal bir ihtiyacı
karşılayan bir iş hem de öğrendiklerime yeterince yakın olan,
resmi olarak fazla kalifiye bile olduğumu düşünüp yapacağım iş
konusunda kararımı verdim. Berlin'de Türkiyelilerin en büyük azınlık
ve o zaman orada en fazla sorun yaşayanlardı. Ayrıca, örneğin bir
İtalyan'dan daha da farklı bir kültüre ait olduklarından dolayı
onlara yönelik çalışacaktım.
Türkçe yarım yıl içinde öğreneceğimi sanmıştım, ancak bunu
az çok kullanılabilir haline getirmek için üç yıl boyunca "inekledim".
"Farklı kültür" kulağa hoş gelebilir de, fakat tahmin ettiğimden
daha fazla zorladı beni.Yapmak istediğim işe gerekeni öğrenmek
için, üniversitenin İslam Bilimleri bölümünde verilen bir Türkçe
kursuna gittim, aynı bölümde İslam Kültürü ile ilgili iki, üç panele
de katıldım. Sosyal pedagogların bazı seminerleri de izledim ve
Almanca yabancı dil olarak öğretmek konusunda olan derslere katıldım. İlk
zamanlarda geçinmek için postacılık gibi işler yaptım, sonra
işsizlik parasından faydalandım. Deneyim kazanmak için bir
yardımlaşma projesine önce gönüllü olarak katıldım, sonra orada
ücretli olarak Almanca ders vermeye başladım. Gönüllü işlere de
devam ettim. Türkçemi geliştirmek için,
mahalledeki Türk kahvelere gitmeyi denedim, fakat nafile ve
sıkıcıydı. Bir yandan bana, acaba sivil polis mi diye, şüpheci
bakışlar, sohbetler ise kumarın ötesine pek geçemezdi. Praktik olsun
diye mahellemde bulunan Türk bakkalda alışveriş yapmaya da
başlamıştım ve o bir gün beni solculara ait bir halk evine
davet etti. Orasına da sık takılmaya başlamıştım. Fakat bu
dönemde Türkiyeliler arasında tek eşcinsel bendim. Alman eşcinsel
arkadaşlar aralarında Türkçe öğrenen yine de tek bendim. Hayatım
oldukça bölünmüş durumdaydı. "Keşke benim gibi bu tuhaf kültürü
anlamaya çalışan, Türkleri seks nesne olarak görmeyen,,
düşüncelerimi ve soruları paylaşan bir Alman eşcinsel arkadaşım
olsaydı. Ya açık eşcinsel, bilinçli bir Türk arkadaşım olsaydı" diye
bir özlem içindeydim.
Bu arada başka bir yerde
(Berlin-Neukölln Volkshochschule) sadece, yabancılara Almanca
öğretmenlik yapmaya başlamıştım. Goethe Enstitüsü'nün bu konuda
formasyonu da almıştım.
Türkiyeli eşcinsellerle tanışma
Sık
Türkiye'ye gitmeye başlamıştım. İlk gelişlerde eşcinselliğimi
gizledim ve eşcinsellerden uzak kalmaya çalıştım. Zira maksadım seks
turizm değil, kültürü tanımak ve Türkçemi geliştirmekti. Sonra Yeni
Gündem adlı bir dergi piyasaya çıktı, oldukça güzel, alternatif ve
özgürlükçü bir çizgisi vardı (Aynı ismi olan bugünkü gazete ile
bağlantısı yoktur). "Dayanışma ağı" gibi terimler, feminist ve
çevreci terimlerinin Türkçesini de ondan nihayet öğrenebildim.
Bir gün travesti ve transseksüellerin yaptığı bir açlık
grevinden de bahsedildi. İbrahim Eren'e ait olan Radikal Yeşiller
Partisi onlara destek vermiş. İçinde feministler, antimilitaristler,
ateistler, eşcinseller ve çevreciler örgütlenmiş. O yılda değil, bir
(iki ?) yıl sonra telefon numerasını öğrenip İbrahim Eren'i aradım.
Beni hemen kendi evine ağırladı. Partisi kapanmış, ancak bir
eşcinsel grubu varmış, fakat geyler tatilden dolayı hep memlekete
gitmiş. Beni Demet Demir'le tanıştırdı. Kendisi o zaman henüz
travestiydi. Demeti oldukça sevdim, o da beni sevdi. Hayatımda ilk
defa bu tarz bir tra(ns)vestiyle tanıştım. Almanya'da hafta sonu
falan travestilik yapan arkadaşlarım vardı da, fakat çoğu hormon
almaz, ve günlük hayatta erkek kıyafeti giyer. Almanya'da
transseksüeller, eşcinsel ortama pek takılmaz, pek de dikkat çekmez,
çünkü kadın olarak yaşayıp, herhangi bir meslekte bulunabilir.
İbrahim Eren'e ait Yeşil Bizans adlı bir cafe vardı, eşcinsel
afişler bulundu ve o zaman ortamı hoştu. Kendisi bir gey hamamı
açmak için de uğraştı.
Bir dahaki yıl İstanbul'a gittiğimde nihayet oradaki geylerle
tanışacaktım!
Şimdi daha atlatarak anlatayım. Ben Türkiye'de ilk geylerle
tanışmaya başladığımda, Berlin'de de iki üç Türkiyeli geyle
tanıştım. Sonra Selman Arıkboğa tarafından "Schwule Internationale"
(Eşcinsel/İbne Enternasyonal) adıyla yabancıların bir gey grubu
kuruldu. Yabancı değilim diye ben önce bu gruba gitmedim. Fakat grup
bütün uluslara açık olmaya karar verdi, Birol adlı bir Türk
arkadaşım beni de oraya çağırdı. Sonra dernek olduk. Bu Almanya'da
çok kolaydır. Mahkemeye kayıt etmek ve üç kişi yeterli. Ben de
yönetim kurulu üyesi seçildim. (Genellikle enayi işidir!)
Bu sırada Demet tutuklanmıştı. Polis transgendere işkence yapar
ve tecavüz eder diye o bir dergiye röportaj vermişti. Sonra polis
bunun intikamı almak için onu tutuklamıştı. Demet önce Hortum
Süleyman tarafından sonra (10 - 14 Ağustos 1991) bir karakoldan
başka karakola getirilip dövülmüş. Bunu da basına anlatmış. Polis
onu yeniden tutuklamış. Demet, Atatürk'ün çıkardığı kanunda
homoseksüellik suç değil deyince, Atatürk'ün eşcinsel olduğunu
söyledeğini iddia ederek polis ona karşı suç
duyurusunda bulunuyormuş. Türkiye'den Ali Kemal Yılmaz beni bu
gelişimden haberdar etti. Sonra Demet'in avukatına ve İbrahim
Eren'e telefon ettim. Demet'e destek vermek için Cumhuriyet
Gazetesine imzalı ilan vermeyi düşünmüşler. Ben de Berlin'de farklı
kişiler ve gruplardan imza ve 2500 DM topladım. İçinde de bulduğum
eşcinsel otonomlar ve "Schwule Internationale" desteğiyle
Berlin'deki Türk konsolosluğun önünde bir protesto gösterisini
düzenledim. Tanınmış olmak bazı işler için
faydalı olduğunu o zaman anlamıştım. (Aslında böyle şeylere
karşı şüpheci bir bakışım vardı.) Almanyada, eşcinsel hareketine
en fazla yer veren
"MAGNUS"
adlı gey dergisi için Türkiye'deki eşcinseller ile ilgili ayrıntılı
bir röportaj yazdım. böçylece gerektiğinde benzer bir durumda desteği bulmayı
kolaylaştırmayı ve Demet konusunda baskıyı arttırmayı umudumdu.
Röportajım hem içerik hem kalite olarak çok olumlu karşılandı.
(İyiyim! :-)) ) Demet, Uluslar arası Af Örgütü'nün tarafından da
destek gördü. Dört (?) hafta hapishanede kaldıktan sonra mahkemece
beraat edilmiş. Ancak istenilen ilan gazete tarafından kabul
edilmemişti. İbrahim Eren bunun yerine gönderdiğim parayla
Avrupa Birliği'nin, eşcinsellik konusunda kararları içeren bir
dokümantasyon yapmayı önerdi. Bir süre sonra dokümantasyon değil,
dergi olsun diye fikrini değişti. Bağış vermiş olan grupları ve
insanları haberdar ettim, sorun değildi. Bu olaydan sonra derneğimizin başkanı (bazen
sahibiymiş gibiydi), "sen oradaki grubu iyi tanıyorsun, acaba onlara
Türkiye'de bir Christopfer Street Day (gey pride) kutlamaya önersek,
onlara bir sorsana" diye önerdi.
Bugün bu kadar. Fakat doğal olarak her şey çok eksikli, çok da
üstünkörü, her ne kadar eklersem de.
|