anasayfa < üst sayfa Yorulduysanız: dinlenme


 
Egocu Politikacılar
İstanbul 1993
Hazırlıklar
Toplumsal Ahlak


Büyütmek için tıklayın!

 

Lambda Tarihine Kişisel bir Bakış
IIa

İkinci bölümde Lambda'nın 1993 yılında nasıl oluştuğunu ve 1997'ye kadaki gelişimleri anlatıyorum

Christopfer Street Day'ı birlikte kutlama öneri

1992 yılında yazın yine İstanbul'a gelip İbrahim Eren'in evinde kaldım, fakat daha önce İbrahim Eren'in etrafında toplanmış olan eşcinseller ondan ayrılmıştı. Dergi veya dokümantasyon da henüz çıkartılmamış. Sebeplerine burada girmeyeyim. Ayrılanlar, Gökkuşağı 92 adlı yeni bir eşcinsel grubu kurmuşlar. 1993 yılında Christopfer Street Day'ı birlikte kutlama önerimizi, hem İbrahim Eren'e hem ondan ayrılmış olanlara aktardım. Gökkuşağı 92'den Kemal, bu konuda bir toplantı yapmayı önerdi. Toplantıyı bir kültür evinde yaptık. Tanıdığımız eşcinselleri oraya davet ettik. İbrahim Eren'i de çağırdık, ancak başkan olarak değil, eşit bir pozisyonda katılmak şartıyla. Kendisi katılmayı reddetti, benim katılmamı da doğru bulmadı. "Sen yabancısın, seni kullanıyorlar!" diye karşı çıktı. Tam hatırlamıyorum, ama sanırım 15 kişi civarında geldi. Öneriyi herkes olumlu karşıladı. Yabancıların katkısı olursa, kutlamalar yasaklanmayacağını düşünüldü. Kemal ve bir kişi daha iletişim ve koordinasyonu üstlendi. Programı oluşturmak sorun olmayacaktı. Fakat hepimiz acemiydik, örneğin, böyle bir toplantı için önce yedi kişilik bir tertip komitesini oluşturmak gerektiğini söyleyen yoktu. "Olayı bilmiyorum önce araştırmamız gerekir" diyen de yoktu. Almanya'da benzer bir organizasyon için sorumlu olan bir kişi yeterlidir.

Egocu Politikacılar

Berlin'e döndükten sonra Schwule Internationale başkanı Selman Arıkboğa da İstanbul'a gitti ve ilgili arkadaşlarla konuştu. Ben şahsen o zaman çok büyük bir organizasyon düşünmemiştim. Berlin'deki ve İstanbul'daki eşcinseller arası daha yakın bir tanışma sağlayarak aramızdaki dayanışmayı geliştirmek, moral vermek ve toplantı yaparak belki daha geniş bir hareketin oluşumuna destek olmak asıl amacımdı.

Ancak Almanya'daki Türkiyeli arkadaşlar, en başta Selman Arıkboğa, buna daha çok uluslar arası bir boyut kazandırmaya çalıştılar. Henüz herhangi bir hazırlık yokken basına çok abartılı röportajlar verildi, çok da duyarsız, sanki daha önce Türkiye'de bu konuda çalışmış insanlar yokmuş gibi. Basın kendisi, zaten abartmış olan röportajları daha da abarttı. Almanya'da yaşayanyabancı geylerin derneği, Dünya Eşcinseller Örgütü olarak tanıtıldı. Selman Arıkboğa'nın da buna hiç itirazı yoktu.

Bir yanda, "modern" görünen siyasi düşünceleri, oldukça geleneksel ve otoriter bir politikacı kişiliği ile savunan bir İbrahim Eren. Öbür yandan ün hastası olan bir Selman Arıkboğa. İkisi de uç noktasında egocuydu. Yani gerekeni anlatmak için uygun olan, daha diplomatik ifadeler bulamıyorum. Şansızlık mı, toplumsal bir sorun mu, bunlarınki gibi sonra karşımıza çıkacak olan Bülent Ateş, Hollandalı IPOTH'lu Cem, hepsinin bazı Türk milletvekillerinde de bulabileceğimiz bu tuhaf kişiliği var.
İbrahim Eren'e bir uyarı mektubunu fakslamak zorunda kaldım, çünkü bağış olarak topladığımız para ne iade etti, ne değerlendirmek konusunda herhangi bir bilgi ve süre verdi. Yanıt vermedi, telefon ettiğimde, bu mektuptan dolayı bana kızdığını söyledi.

1993, İstanbul'da hazırlıklar, sevgi, aşk,..

Berlin'de hazırlıklar başlandı, tanıtım ve destek bulma arayışlar. Sonuçta ben, Almanya'daki işimi bırakıp İstanbul'a gitmeye karar verdim. Bir sebep tabii ki, böyle bir organizasyona katkıda bulunabilmek. Türkçemi geliştirmek ve buranın koşullarını daha iyi tanımayı da umut ettim. İş olarak da bir değişiklik olurdu. Babam vefa ettikten sonra miras olarak elimde kalan, çok büyük olmayan bir miktar param da vardı. Okulumuzun bölüm yönetici, bir yıl içinde dönersem, eski işime devam edebieceğimi söyledi. Bütün öğretmen arkadaşlarım bana oldukça dokunaklı biçimde başarılar dilediler.

Ocak 1993'te İstanbul'a geldim. Bu seferinde Demet'in evinde kaldım. Her zaman çok kalabalıktı, ama samimi ve sıcak ortamı bir türlü çok sevdim. Fakat ev aynı zaman onun iş yeri olduğundan dolayı, kalmam uzun vadeli olarak sorun oluşturabilecekti. Bir alt katta, Demet'in bir gey arkadaşı oturuyordu. Adı Cem'di. Demet bizi birimizle tanıştırdı. Sempatik, hoştu, bu kadar. O tek başına oturuyordu, gündüz çalıştı, akşamları akşam lisesine gitti. Seve seve benim onun yanında kalmamı kabul etti. Sonra anlattı, böyle bir gey örgütlenmenin çok önemli bulduğunu, Türkiye'de egemen olan iki yüzlüğü, transgenderle aynı evde otururken yaşadıklarını. Örneğin, inşat işçisi gibi görünen, tarzı oldukça kaba olan adamlar, travestiye gelmişler, sonra bana "yarak lazım" diye bağırmışlar. Öbür travestilerin anlattıkları da bu doğrultusundaydı. Müşterilerin yarısı, travesti tarafından düzülmek istiyormuş. Evden çıkarken yine kabadayıymışlar. Hakaret de yağdırabilirlermiş. Neyse bunlar ayrı bir konu olurdu.

Ben ise Cem'le birlikte otururken konuştukça, tanıştıkça doğalığı, içtenliliği, rüyaları, zevki ve sıcaklığına aşık oldum.

Eşcinsel kutlama için hazırlık yapacak grup ise dağılmış vaziyetinde. Yani ortada bir organizasyon veya herhangi bir hazırlık yoktu. Ancak Cem, bazı arkadaşları ve eski Gökkuşağı 92 grubundan arkadaşlar hazırlıklar için destek vereceklerini söylediler.

Bu arada Demet yanımdayken İbrahim Eren'le de konuştum. Eşcinsel hareketine çok destek verdiğini, mücadelesi uğruna üç ay hapishanede kalıp işkence gördüğünü anlattı. Bu kadar fedakarlıkta bulunduktan sonra, gönderilmiş olan bağış, haklı olarak kendi borçları için kullandığını ve bir daha Almanlarla işbirliği yapmayacağını söyledi. Evet, Almanım, yabancıyım, enayiyim, biliyorum.

Sonra Cem'in aracıyla Tempo dergisinin muhabirleri beni buldular. Selman Arıkboğa'nın röportajlarından sonra bütün basın bu sensasyonun peşindeydi. Ben röportaj istemediğimi, ancak bir grubun oluşturulduktan ve somut bir şeylerin hazırlandıktan sonra, grup halinde bir röportajın olabileceğini anlatmaya çalıştım. Röportaj değil, sadece tanışma olacak diye muhabirlerle buluşmayı kabul ettim.O zaman çeşitli gey mekanlarında dağıttığım şu bildiri olanı anlatıyor.

Türk Eşcinsellere Açıklama (tıklayın!)

Hazırlıklar ve ilk toplantılar

Her nasılsa, destek vereyim diye kendimi oldukça merkezi bir pozisyonda buluverdim. Vazgeçmek zorundayız, diyebilirdim. Öbür yandan bu kadar reklam yapıldıktan sonra bütün ibnelerin rezil olacağından korktum, eğer becersek Türkiye'deki eşcinsel hareketine büyük bir ivme kazandırabileceğimizi ümit ettim.

Önce çalışmak ve toplanabilecek için kendime ev bulmam gerekirdi. Eski gey aktivist Ali Kemal Yılmaz bu konuda oldukça yardımcı oldu. Mart ayında yeni evime taşındım. Cem'le birlikte oturdum. Ona aşkım karşılıksız kaldı, sadece arkadaş olarak birlikte oturmaya karar verdik. Bu ilişki bana çok şey öğretti, bin tane acıya da sebep oldu, bir yandan beni heveslendirdi, öbür yandan bazen beni oldukça engelledi, sonuçta bunu yaşamış olmam gerekirdi ve iyiydi.

İlk toplantılar da yapmıştık, ancak henüz az kişiydik.

Daha çok destek bulmak için küçük el ilanları hazırladık, 6 kişi öz adıyla, Gökkuşağı 92 adına Kemal, Eşcinsel Enternasyonal Berlin adına ben, Heribert, imzaladık. Bilsak Kültür evinde bir toplantıya çağırdık. ("Yetkisiz" derneğimiz bu konuda, beni Türkiye Sorumlusu ilan ederek, bana bütün yetkileri vermişti.) "Uluslararası katkısıyla 'eşcinseller hafta sonu' 2-4 Temmuz 1993 İstanbul'da" başlıklı el ilanlarını, o sırada film festivalinde oynayan gey temalı filmlerde dağıttım. Afişleri de astım. Arkadaşlarımız görünmekten korktular, fakat ben dağıtırken hiç olumsuz bir tepki görmedim. Beyoğlu sinemalarında hem afişi asmak için hem el ilanını dağıtmak için tereddüt etmeden izin verildi.

1993, 11 Nisan'da Bilar Kültür Evi'nde yaptığımız toplantıda Kemal giriş konuşmasını yapıp, bana destek vermek gerektiğini de söyledi. Hani ben destek veren olacaktım? Ben bu toplantıda, böyle bir organizasyonun benim tarafımdan veya yurtdışından örgütlenmemesi gerektiğini vurguladım. Herkesin katkısı gerekeceğini ve bütün kararlar burada, Türkiye'deki toplantılara katılan insanların tarafından verileceğini vurguladım.

Sonra Arnavutköy'de tutuğum evde, pazar günleri, her kese açık, bütün katılanların aynı söz hakkı sahip oldukları toplantılar yapmaya başladık. Toplantılar genellikle kalabalıktı. Ciddiyet ve ciddiyet konusundaki istekler oldukça farklıydı. Bazılar için gullüm (eşcinsellere has bir geyik tarzı) ön plandaydı, olay var diye katılanlar da oldu. Fakat bu, onların aslında ilgilenmedikleri anlamına gelmezdi. Hem isteklilik hem gülüm skalasında uç noktasında bulunan arkadaşlarımız vardı. Özellikle fikir üretmesine nerdeyse herkes katkıda bulundu. Ancak Tertip Komitesine adı verecek gereken yedi kişiyi bulmakta zorlandık. Sorumluluk üzerine almak gerektiğinde söz konusu olan insanların sayısı oldukça azdı, yine de fena değildi. Fakat bir şeyler yazmak gerektiğinde gönüllü bulmak neredeyse olanaksızdı.Tek yabancı olmakla birlikte o zamanki yazışmaları ve bildirileri genelde ben hallettim. Benim bilgisayarım vardı ve olayı benimseyip, ayrıntılarını da iyi biliyordum. Bu açıdan belki anlaşılabilen bir durumdu. Planladığımız dergiyle ilgili işlere ise ben katılmadım, adı Pembe Güç olarak düşündüğümüz dergiyi bir kişi neredeyse tek başına hazırladı. Sonuçta hepimiz, ben de dahil olmak üzere, oldukça acemiydik, sağa sola sorarak ve deneyerek gerekeni öğrenmek zorundaydık. Toplantıda dağıtmayı düşündüğümüz Pembe Güç dergisinde çalışmalarımız şöyle özetlendi: (tıklayın!)

AIDS Savaşım Derneği, Mor Çatı, İnsan Hakları Derneği'yle küçük gruplar halinde tanıştık, destek de bulduk. Tertip komitesi için aramızdan üç kişi çıktı: Hüseyin (Almanya'da büyümüş, geçici olarak İstanbul'da bir Üniversitemde okudu.) Mine ve ev arkadaşım Cem. Eksik olan dört kişi için, dışardan ünlü bulmaya karar verdik. Böylece bize bir ekstra koruma olacağına da inandık. İsimleri verebilecek ünlüleri sormak zevkle takip edilen bir iştir. Fakat İnsan Hakları Derneği tarafından bize tavsiye edilen profesyoneller birlikte çalışmasaydık, organizasyon bizi herhalde fazlasıyla zorlayacaktı. Buna rağmen etkinliklerimiz olacak günler yaklaştıkça kopmalar yaşamaya başladık. Son hafta bütün işler üç, dört kişi üzerine kaldı. Ben, insanların eşcinsel hareketinin önemli bir adım atabilmesi için iş yerinde izin almaya çalışacaklarını beklerken, bazılar İstanbul'un dışına çıkmak için izin aldılar.

Umudum/umudumuz Türkiyeli eşcinselleri bir araya getirip hem bir tartışma zeminini oluşturmak, hem de iletişim sağladıktan sonra farklı farklı grupların oluşmasıdır. (O zaman bugünkü Internet henüz yoktu.) Bu konuda yazdığımız ve valiliğe verdiğimiz başvurusundan farklı olmayan basın açıklamasını, gruba katılan genç bir avukatın katkısıyla hazırladık. Terslik olmasın diye, Selman Arıkboğa'ya röportaj vermeyi yasakladık ve gazetecileri tek tek IHD'nin desteğiyle eledik. Sonuçta resmi kabulünü istediğimiz bir organizasyondu. Yasaklanmasaydı, hukuki önemi de büyük olurdu. Grubumuz sıradan eşcinsellerden oluşan bir gruptu. Muhalif bilinci yok diye bu basın açıklamamız eleştirilebilir, ancak bence o zamanki koşullara göre oldukça iyiydi.

Metin şuydu (tıklayın!)

Bu basın açıklamamız bu biçimde hiç bir gazete yayınlanmadı, fakat saptırma da olmadı, genellinde kısa bir özet olarak doğru haber verildi. davetiye Ancak bunun dışında bazı gazeteler sık sık insanları korkutacak uydurma haber verdiler. Biz Dünya Sinemasında panel yapmak isterken, onlar, sanki bütün İstanbul, masum vatandaşları AIDS'le   bulaştıracak ve sapık cinsel ilişkilere alıştıracak eşcinseller tarafından işgal edilecekmiş gibi bir hava yarattılar. Selman Arıkboğa röportaj vermeme çağrımıza uydu, fakat Cumhuriyet Gazetesi, onun altı ay önce verdiği bir röportajı yayınladı: "Müslüman Mahallesinde Eşcinseller Zirvesi." "Bütün İstanbul Pembe Olacak" başlıklarının altında konuya tam bir sayfa ayırdı.

Eşcinsellere karşı önyargıları kaldırmaya çalışmak toplumun ahlakına aykırı...

ve huzuru bozabilir diye toplantıya iki gün kala vali toplantımızı yasakladı. Tıklayın: Valinin Ahlakı

Yani başka bir deyişle, toplumun ahlakını değiştirmeye çalışmak toplumun ahlakına aykırı ve bundan dolayı yasaklanmalıdır.
Yasaklamayı kınamak için İnsan Halkları Derneği'nde bir basın toplantısını düzenledik, buna izin gerekmezdi.

İstediğimiz gibi olmadı, ancak girişimiz bütün baskılara rağmen siyasi bir başarıydı. Ondan önce Türkiye medyasında eşcinsellere en fazla acımalı bir bakış varken, eşcinsellik tartışmalarına siyahi bir boyutu kazandırdık. Bizi saldıran Bugün Gazetesi eşcinsel doktor ve milletvekillilerden bahsetti, yani acındırıcı yarattık olarak gören bakışlar yerine İnsan Hakları mücadelesi boyutu daha ön plandaydı. Hiç bir şeyden haberi olmayan insanlar konudan haberdar oldu, belki düşünmeye başlamış, tek olduğunu sanılan bir çok eşcinsel için belki her şeye rağmen olumlu mesajlar verildi.

Fakat psikolojik olarak gruptakilere büyük bir darbe. Hüseyin ve genç avukatımız (henüz baroda kayıtlı değildi), bir gece poliste kalmak zorundaydılar, sözde misafir olarak. Polis beni arıyor diye, o gece evime gitmedim. Cem'i de uyardım. Fakat o, "Ben suç işlemeden niye kaçayım?" diyerek gecede evde kalmış. Sabah erken saatinde, beni arayan makineli tüfekli polisler gelmiş. Tertip komitemizde bulunan Cem'i de karakola götürmüşler.

Berlin'den gelmiş olan 40 kişilik bir delegasyon yasal bir gerekçe olmadan tutuklanıp zorla Almanya'nın Frankfurt kentine gönderildi. Aralarında Türk vatandaşlar bile, bir tane İngiliz de vardı. Yasal işlem yok, avukatlarımızın konuşabileceği yetkili yoktu, polisin bildiği tek yanıttı: "Ankara'dan emir var!" Uçağa bindirmeden önce herkese AIDS testi de uygulanacaktı. (Ülkeye girerken değil, Türkiye'den çıkarken!). Fakat biz buna karşı direndik ve bu test yapılamadı.

Ben basın toplantısından sonra polise teslim olmuştum ve öbür yabancılarla birlikte Almanya'ya gönderildim. Yabancılar polisi bana karşı oldukça nazik davrandılar, bin defa özür dilediler, hepsi sadece bizi korumak içinmiş. Sonra siyasi polisten birisi dosyamı getirdi. Beni de polise çağırmak için "polisin misafiri olan" Hüseyin ve avukat olan arkadaşımızı, daha önce bana telefon açtırmışlar. Kendilere işkence falan olmasın diye onlara geleceğimi söylemiştim, ama gitmedim, çünkü grubumuzun adına basın toplantımızda konuşacak tek ben kalmıştım. O polis, neden gelmediğimi sorduğunda, "Ben size güvenmedim, arkadaşlarıma avukat bulmaya çalıştım ve basın toplantısını yaptık." diye yanıt verince "Basın toplantısı mı?" diye kızıp bana tokat attı. Yabancılar polisinin bayan müdürü müdahale etti. Sonra ben öbürlerle birlikte Almanya'ya yollandım.

Devamı, IIb: devam ettik, kendimize özgü, projeciler, tuzaklar