anasayfa
< Transseksüel ve Transvesti
önceki sayfa

Transseksüellik bahsi üzerine 2

Sanem AKAY / İZMİR

Cinselliğin kimlik anlamında özümsenerek sergilenmeye başlandığı yaş, üçtür diye biliyorum. Dokuz, on yaşlarından itibaren de bir çocuğun cinsel kimliğinde ts. eğilimler olup olmadığı da kimi uzmanlarca belirlenebiliyormuş. Birkaç on yıldır tıbbın heteroseksüel cinselliğin dışındaki cinselliklere bakışının değiştiğini biliyoruz ya; ts.lik alanında da yani ts. insanlar, yaşamları, davranışları, fikir ve duyguları, cerrahi ve tıbbi operasyonlar, operasyon sonrası sosyal adaptasyon, cinsel tatmin gibi konularda samimiyet ve ciddiyetle araştırma, inceleme, her türlü servis yapmakta olan nice uzmanlar ve yetkili merkezler olduğu da bilinmektedir. Dünyanın belirli ülkelerinde, belirli hastanelerinde, belirli tıpçıların yıllar süren çalışmalarından; bunları belirli dönemlerde paylaşıp, tartıştıklarından, bilgi alış-verişi içinde olduklarından haberim var. Kimdir bu tıpçılar: Psikologlar, psikiyatrlar, dahiliyeciler, ürologlar, kadın doğum uzmanları, estetik ve plastik cerrahlar. Doğaldır ki bütün bu farklı alanlarda uzmanlaşmış kişilerin, tek bir serviste iş ve el birliği gerekmektedir. Bir çok ülkede bu hizmetler tek bir merkezde toplandığı halde henüz Türkiye'de yeterli hizmeti verebilecekler, parmakla sayılabilecek kadar az. Diğer üzücü bir gerçek ise şu: ülkemizde çocuğun, ailenin egemenliği altında tutulduğu dönemde (diğer deyişle ekonomik özgürlüğünü kazanacağı güne kadar, bu ise kimi zaman 30 yaşına değin uzanmaktadır) kaç aile, çocuğunun gelişme çağında ts.liğini fark edebilir; kaç aile uzman birinin varlığından haberlidir; kaç aile böyle bir servisi tercih eder, etse de bu süreç çocuğun gerçek kimliğini edindirme/edinebilme yönünde mi yaşanır? Bazı ekollerin doktorlarının, her ne sebeple olursa olsun, ts. kişinin hormonal tedavi ve cerrahi operasyonlarla cinsiyet değişimini kesinlikle reddettiğini de bilelim. Bu zihniyetteki doktorların sayısı nedense çok fazla! Ya kimi doktorların ts. vakalarını, işleme dahi koymamalarına ne demeli?

Gelelim transseksüelliğin tanımına: Psikiyatri, kadın için de erkek için de şöyle bir tanım yapıyor: Biyolojik cinsiyet yapısının karşıtı cinsel rol davranışını benimsemiş olmak, biyolojik cinsiyet yapısına uygun cinsel rol davranışını reddetmek. Ben bundan şunu çıkarıyorum: Ortada, doğada varolan iki biyolojik cinsiyet olduğu sabit. Fakat cinsel rol davranışları öyle değil. Yani her toplumda, her kültürde, egemen zihniyetin ve kültürün biçip diktiği kadınlık ve erkeklik kaftanları, dişil ve eril bedenlere giydirilmiş ve bu kaftanlardan kaynaklanan hoşnutsuzluk nedeniyle ortaya çıkan meseleye transseksüellik denmiştir diyorum. Bedenler kaftan için, kaftanlar zihniyetler için değiştirilip, dönüştürülmektedir. Bu nedenle ts.lik yeni bedenler, yeni kaftanlar, yeni zihniyet ve kültürler oluşturma meselesidir diye düşünüyorum aynı zamanda. Biyolojik cinsiyeti belirleyen en önemli yapı, genetik yapıdır. Yani kromozomların x, y meseleleri. Bunu belirleyebilecek kişi genetisyendir. Diğer yapı, gonodal özelliktir. Gonad, seks hormonlarının ve üreme hücrelerinin üretilip geliştiği seks organları olup, kadınlarda yumurtalık, erkeklerde testislerdir. Bir diğer nokta, fenotipik özelliklerdir. Fenotip, çevresel etkilerin sonucu olarak bir organizma tarafından sergilenen fiziksel özelliklerdir. Eril ya da dişil bir gonada sağlıklı olarak sahipseniz (yani minimum maksimum seviyeler arasında işleyen) beden, tepeden tırnağa o cinsiyetin görünüşüne kavuşuyor. İyi güzel ama, cinsel kimliği belirleyen faktör tek değil, o da biyolojik cinsiyet değil. Bedenimizin sesini ne kadar dinleyebilirsek, biyolojimizin sırlarını ne kadar çözebilirsek, o nispette bunun cinselliğimize boyutlar ve ufuklar kazandıracağına inanıyorum. Bu nedenledir ki biyolojik cinsiyet özelliklerimizin denge ya da dengesizliklerinin, transseksüel kimlik oluşumunun sebeplerinden biri olduğu söylenebilir. Tanımdan sonra sıra sebeplere geliyor. Ts.liğe hangi bakış açısıyla yaklaşılıyorsa o bakış açısına uygun sebepler ortaya atılıyor. Ts.liğin küçük yaşta uğranılan tecavüzden, yetiştirme tarzından, özentiden, genetik ya da hormonal bozukluktan kaynaklandığı yaygınca söylenir. Buna itirazım yok. Fakat niyet, sebepleri araştırmak değil de sebepleri kullanıp ts.liğe saldırmak ise durum başka. Maksat üzümü yemek değil bağcıyı dövmek ise nasıl itiraz etmeyiz? Elbette içinde yaşanan aile, çevre, toplum, ülke, eğitim, kültürel ve ekonomik sınıf da, herkese olduğu gibi, ts.e de katkıda bulunuyor. Onun cinselliğinin sınırlanmasında, duygu ve fantezisinin yoğrulup, şekillendirilmesinde etkili oluyor. Bütün bu etkilere doğumdan itibaren maruz kalan bir ts.nin ömründe ilk iki on yılının ne türlü konuların, kavramların, olayların ve durumların kesişme ya da kesişmeme noktasında yaşandığına dikkatinizi çekmek isterim. Hele her şeyde baştan karalık bozukluk varsa; hayatın her kesiminde (ülkede, memlekette, ailede vs.) kötü bir siyaset ve ekonomi varsa; kültürel seviye düşükse, düşünce kısıtlılığı ve bilgi kıtlığı hakimse; tabular, bağnaz görüşler almış başını gidiyorsa; doğallık azalıp dejenerasyon artmaktaysa; hoşgörü, sabır ve sevgi gün be gün azalmaktaysa, bir de kişinin akıl ve zekası törpülenmekte, yaşayıp öğrenme imkanı da elinden alınmışsa, bu manzara içinde ts.in yeri ve halini düşünmemiz gerekiyor sanırım. Çok mu karamsar oldu? İyimser yanı da var madalyonun: Çoğunun, kendi çaplarında canla başla mücadele ettiklerini, elde edebildikleri, çözümleyip özümleyebildikleri değerleri en azından sır gibi saklayıp koruduklarını biliyorum. Zaten bu, öyle ya da böyle, insan doğasının ta kendisinden kaynaklanmıyor mu ki, asla yok edilemiyor. Tanım ve sebeplerden sonra çekilen sıkıntılara kayıveriyor söz. Sebepler bölümünü uzun uzun ele alacak değilim. Yalnız belirtmek istediğim birkaç nokta daha var: İnsanda bir iç dünyadan bir de dış dünyadan bahsederiz değil mi? "İçimden geldi, bu benden kaynaklanıyor" gibi sözlerin yanında dış etkenlerin sebebiyet verdiği durumlardan da bahsederiz hep. Pekiyi dışardakiler örneğin doğal çevre, toprak, gökyüzü, aile, toplum, arkadaş vs. ise, içerdekiler de can, ten, kan, beyin, akıl, fikir, mantık vs. ise insan nerede, insanı insan yapan şey nerede? Bunları neden mi açtım? Cinsel kimlik olarak ts.liğin içten ya da dıştan kaynaklanmadığını; bir noktadan sonra, topu içten dışa, dıştan içe atmanın da üstünde, top atışlarının muhatabı olarak yüksek benliği, insanın özünü görüyorum. Yani en önemli kahraman ve müsebbip olarak! Onun da ne cinsiyeti, ne mülkiyeti, ne de yaşı, adı, sanı vardır. Doğaldır ki, hayatın akışı içinde işin bu açıdan ele alınabilmesi çoğu zaman mümkün olmuyor. Ama zaman zaman durup da, tüm olan bitenlere en üstten bakabildiğimiz anlar da olmuyor değil. Konunun spiritüel yanına çok değinmeyim ve diyorum ki: Ts.lik ortaya çıkmaz, çünkü bu bir olay değildir. Ama ts.liğin oluşmasına katkısı olan sebepler ortaya çıkıp, devreye girebilir. Ts.lik sorunudur ortaya çıkan. Cinsiyetin en yüksek ruhsal mertebesinden, biyolojik ayrımına, kimlik sınıflandırmalarından, kimliklerin buluşmasıyla gerçekleşen cinsel davranış ve etkinliklere, bu ilişkilerin sonucunda devşirilen acı tatlı meyvelerin bizi yeniden şekillendirmesinden, iki gönül bir olunca samanlığın seyran olup olmamasına kadar, yaşananların içinden, insanı insan yapan özellik, koşul ve gerçeklerin tümü içinden cinselliği cımbızla tutup ayırmamızın hiç mümkün ve doğru olmayacağına inanıyorum. Bir ts., sonu cinsel ya da seksüel ile biten diğer cinsel kimlikler gibi, herkesin emin olmadığı yaşam öncesi ve sonrası varlığını bir kenara bırakırsak, ana rahminden toprak ananın kabrine kadar süregiden yaşam içinde cinsiyetini ve cinselliğini, hayatın her yönüyle içiçe olarak işler, özümler, geliştirir durur diye düşünüyorum. Tanrı inancının dilde teklenip, bilinçte çoklanması gibi, cinsel kimliklerin de sayısı sözde bir elin beş parmağını geçmese de, fiiliyatta yani cinselliğin ruh, beden, beyin, madde ve toplum bazındaki farklı yaşanılmasında sonsuz sayıda olduğunu söylüyorum. Nedir bu anlatmaya çalıştığım mesele: Etiket meselesi! Etiketten dinlene dinlene kaçan da var, etiketsiz yaşayamayan da. Etiketten haberi olmayanları da unutmamalı.

İşte şimdi gelelim ts.liğin alt gruplarına ve etiketlerine: Psikiyatri ts.liği primer ve sekonder ts.lik olarak ikiye ayırıyor. Primer olan tek kalırken sekonderler ise "homoseksüel transseksüeller" ve "transvestitik transseksüeller" diye tekrar ikiye ayrılıyor. Gelişmiş ülkelerin gelişmiş tıbbına göre yapılacaksa dönüşüm işlemleri, yani er kişi ya da hatun kişinin biyolojik ve fiziksel cinsel özellikleri tersine döndürülecekse, daha açarak söyleyecek olursak, estrojen hormon dengesinin androjene, androjenin estrojene, vajinanın penise, penisin vajinaya dönüştürülmesi, memenin geliştirilmesi ya da küçültülmesi, kıl dağılımının kısıtlanması ya da genişletilmesi gibi. Yani endokrinolojik ve plastik-estetik cerrahi operasyonlara geçilebilmesi için, ts. olan kişinin, bu talebinde haklı olduğunun, bu geçişe muhtaç ve zorunlu olduğunun psikiyatri tarafından test edilip onaylanması gerekli görülüyor. Ne için? Kişinin sağlıklı bir birey, mutlu bir insan olarak yaşayabilmesine engel teşkil eden durumların ortadan kaldırılması için. Ne kadar insancıl ve hatta kutsal bir servis, değil mi? Kesinlikle şaka yapmıyorum. Kısacası ts. kişi, cinsiyet değişim ameliyatı ve ondan önce hormon tedavisi görebilmesi için psikiyatrik raporla durumunu, kimliğini belgelemek zorundadır. İşte etiketin lâzım olduğu bir durum! Şayet bu işi yani dönmeliğini tıp etiğine ve hukuki prosedüre uygun olarak gerçekleştirmek istiyorsa. Hukuki diyorum, çünkü işin en sonunda pembe nüfus cüzdanını adli tıbbın da izniyle alıp alamamak var. E, o etiket de olmadan olmaz, değil mi! Gelin tekrar işin başına, psikiyatrik sürece dönelim. İşin başında olduğu gibi, ameliyatlar döneminde de, sonrasında da, değişimin ardından hayatın güllü dikenli yollarında da psikiyatrik destek, ömrün sonuna değin gerekli olabilir. Her insanın ihtiyacı olabileceği gibi. Kliniğe başvurudan itibaren psikiyatrik inceleme ve teşhis (yani tanı) için ortalama iki yıl gerekebilmektedir. Bu arada, 25 yaşından önce cinsiyet değişim ameliyatı tavsiye edilmemektedir. Bu iki yıl boyunca ts. kişi, ortalama olarak haftada bir kez görülür. Görüş sıklığı ve süresi, bireysel psikoterapinin niteliğine göre ayarlanır. En başta kişinin cinsel kimliğinden çok, genel psikolojik durumunu belirlemeye yönelik testler uygulanır. Bu klinik tedaviyi alan ts., her ne kadar “hasta” olarak çağırılmasa da ben kısaca hasta diyeceğim. Hasta ile doktor tanış olurlar. Hastanın geçmiş yaşantısı her yönüyle (şimdi anlaşılıyor mu “her yönün” önemi) ele alınır. Nedir bunlar? Aile, çevre, okul, eğitim, ekonomik koşullar, cinsel-duygusal fanteziler, binbir tür kavram vd. Bu işte incelik, bütün bunları doktorun hastanın kendisine ele aldırabilmesindedir. Terapist hiçbir yön çizme, telkin ve tesir etme durumunda olmamalıdır. Yalnızca hasta, geçmişiyle, gerçekleriyle objektif ışık altında yüzleştirilir. Düğümler varsa çözülür, yıkık yerler onarılır, eksik yerler tamamlanır, zayıf yönler kuvvetlendirilir, gereksizler devre dışı bırakılır. Ancak böylece bugüne gelinir. Bu işler gerçekten pek kolay olmasa gerek. Kişilerin, hatta eşcinsellerin, hele ts.lerin türlü psikolojik rahatsızlıklarla birlikte yaşama zorunluluklarını, kaçınılmazlıklarını da göz önünde bulundurursak, hastaya da doktora da bol bol şans ve kolaylık dilemek gerekir. Başından beri psikiyatri tarihinin bu türden cinsel azınlık ve farklılıklara yaklaşımının ne türden olduğunu bilenler için, yüzyılın son çeyreğinde belli ülkelerin belli kliniklerinde ancak sürdürülebilen bu türden karşılıklı tanışmaya ve dayanışmaya dayanan kaliteli bir servisin anlamı ve önemi büyük olacaktır kuşkusuz. Sorun ise, bu servisten haberdar olunabilmesi, ulaşılabilmesi ve kolayca satın alınabilmesidir sanırım. Konunun sorunlu yönlerine değinebilmek gerçekten çok acı. Anlatmak da anlamak da zor olsa gerek. Türlü sorunların yaşandığı ve çözülemediği bir ülkede, böylesine bir sorundan bahsetmek evvelâ sorunlulara ümitsizlik verebilir. Ümitsizliğin bir insandaki en güzel örneklerinden birini zavallı durumda bir ts.de pekâlâ görebilirsiniz. İkincisi, bu sorunun onun birincil ve yaşamsal-ölümcül sorunu olduğudur. Ülkesel ve toplumsal sorunların içinde sıralama şeklinin böylece yapılması gerektir diye düşünüyorum.

Sürecin bugüne geliş noktasından devam edelim: geçmişiyle barışmış, yüzleşme cesareti bulabilmiş ve onu kaide olarak ayağının altına almış bir kişi en azından günlerini artık ne biçimde geçirebileceğini, yani yaşamda sohbeti, alışverişi çok daha sağlıklı biçimde becerebilir ama, bu öyle pek de kolay, hele hele iki yılda halledilebilecek bir mesele elbette değil. Herkes kadar hayat mücadelesi verebilecek duruma gelme uğrunda kat edilebilecek yol bile, bu iki yıl için büyük kazanımdır bence. Hayatta mütemadiyen muzaffer ve mesut olunamayacağına göre, gerçekçi olabilmek en büyük avantajlardan biri olacaktır sanırım. İş bu düzeye geldikten sonra ts. olduğunu iddia eden kişi cinsel kimliğine de daha net bir gözle bakabiliyor. Ne idim, ne oldum, neyim gibi soruların köklü cevabıyla, ne olacaksa işte o yönü daha bir kolaylıkla çizebilecek bilinç ve sorumluluk noktasına gelir. Bu noktaya ulaşmak için hastayla ortaklaşa çalışan kişi ve kurumların üstlendikleri sorumluluğu da unutmamak gerektir. Hele ki hasta belli bir süre sonra bu istikrarı devam ettiremezse yollar ayrılıyor ve bambaşka başlangıçlar devreye girebiliyor. Bu terapik süreci verimli şekilde devam ettirebilmek gerçekten zor olsa gerek. Çünkü terapi, doktorla görüşmede geçen haftada birkaç saatlik süreçten hariç, görüşme günleri arasında sokakta, evde, yatakta, aile-okul-iş ortamında kısacası her yerde geçen yaşantıda yapılan irdeleme, çözümleme ve bilinçlenme meselesi olduğundan, görüşmede yapılan şey bunları değerlendirme, demetleme ve damgalamak oluyor sadece. İdeal terapinin de bu olduğu söylenmekte. Zorluğu ve ihtişamı da burda zaten. Fakat hastanın güç kapasitesinin, doktorun bilgi ve deneyim kapasitesinin genişliği de önemli rol oynuyor. Bir de bu tedavinin masrafının karşılanması var. Böylesine psikoterapik bir tedavinin ilk iki yılında ödenecek tutarı milyar lirayla telaffuz etmek mümkün.

Böylece bu iki yılın içinde ya da sonunda hastanın cinsel yaşantısının ne yönde şekillendirileceği ortaya çıkıyor. Hasta ts. olmadığına kanaat getirirse çözüm yolu da doğal olarak değişiyor. Yok; var olan cinsel yaşantısının, özelliklerin ve organların, dokuların değişmesi hâlâ zorunluğunu koruyorsa, bunun bir bedeli olduğu zaten ortaya çıkmıştır, apaçık bilinmektedir artık. Bir dönme olarak yaşam ve cinsellik emelinin ve fantezisinin çapı ne ise bedeli de o nispettedir. “Ben ne isem o olmak, o yönde ilerlemek istiyorum” demek laftan öteye gidecekse, “bana orijinal bir cinsel kimlikle, onun gerektirdiği kafayla, duyguyla, bedenle, giyimle, davranışlarla, toplumsal ilişkilerle, iş hayatıyla, aile çevresiyle, ekonomik ve siyasi görüşüyle şu denli yaşamak istiyorum” demek somuta dökülecekse, yola devam kararı alınıyor. Klinikteki-evdeki hesap, çarşıya uyar mı, onu zaman gösterecektir elbette. Sonuçta ts.lik raporu psikiyatri kurulunca verilir. Artık raporu alan bir ts. olarak övünün övünebildiğiniz kadar. Ts.liğin bilincine bu derece varan, emin olan kişinin illâ ameliyatla değişmesi gerekmeyebiliyor. Talep edilen yaşantının gerektireceği ego gücünü, bilmem ne büyüklükteki yüreği bulamaz iseniz kendinizde, o arzu ve emelinizden vazgeçmeniz şart oluyor. Trajediyle karşılaşmamak için. Aksi takdirde hiçbir sağlığınızın ölüme değin garantisi ya da ümidi kalmıyor. Pekiyi bunu önceden nasıl bileceksiniz? Aslında hiçbir şeyin garantisi yok demek daha doğru olur ama, doğru ve sağlam adımlar atmak için: Bunları, objektif olarak size sunabilecek, kehânet ve teşvikten uzak durabilen bir uzmanın olması şart. İkinci şart olan şey kendi akıl, bilgi ve araştırmalarınız hatta sezgileriniz. Kimse sizi sizin kadar tanıyamaz çünkü. Üçüncüsü ise, gerekli ortamların oluşmasını ve deneyim ve tatbikatınızı destekleyecek aile bireylerinin, sevgilinizin, sevdiklerinizin, okul ya da iş arkadaşlarınızın varlığı. Bu varlıkları ne zaman tedarik edeceğiniz ya da kaybedeceğiniz, o andan itibaren yolunuzun yönünü, hedefinizin çapını değiştirecektir. Oooo daha neler demeye mi başladınız? Pekâlâ siz kendi yolunuzu ve çözümünüzü yaratmakta serbestsiniz. Dedim ya, herkes kendi aklı, inancı, sezgisi, bedensel-sosyal-ekonomik koşulları çerçevesinde hareket etme imkanına ve alanına sahiptir diye. Bunları söz ile izah etmek ne kadar zor ise, hayata geçirmek de bir o kadar zor. Bu çoğu zaman etap etap kat edilen ve içinden geçilirken stratejilerin belirlenmesi gereken bir yol.

Konuyu daha fazla dağıtmadan tekrar tanım ile ilgili söyleyeceklerim var: Tıbbi literatür ts.lik adını kullanıyor. Her ne kadar herkes kendine orijinal ise de. Öyle ya, isimler bu dünyada lâzım. Konuşabilmek insansı bir özellik ise, konuşmayı sağlayan sözcük, terim ve isimlerden niye kaçınıyoruz? Yoksa insan ötesi varlıklar olmaya mı başladık acaba? Neyse; literatürdeki isimler ve kavramlar da zaten bu binbir türlü varoluşların sınıflandırılmasından oluşmuyor mu? Mesele, bunların içinde hapsolmamaktır, sanırım. Transseksüel=biyolojik cinsiyeti üzerine geliştirilmiş cinsel yaşamdan psikolojik yapısının gereği karşıt cinsiyete ait özelliklere kavuşmak isteyen ve kavuşması şart olan kişi. Değişimi şu ya da bu sebeple mümkün kılınamayan ts.ler, eril bedeninde ve yaşantısında kadın kimliğiyle, ya da dişil bedeni ve yaşantısında erkek kimliğiyle yaşamaya mecbur ve hapsolunmuş olurlar. Böylesine sürüp gidecek yaşantının bedelini acısıyla tatlısıyla yaşayacaklardır. Zira başka yolu yoktur. Siz de takdir edebilirsiniz ki acı ve ızdırap, tatlılık ve saadetten kat kat fazla olacaktır. Dönüşümün yükünden kaçınan ts., dönüşememenin yükü altında kalacaktır. Şunu da bilelim: sadece cinsiyet değişimi ameliyatı olanlara değil, olmayanlara da ts. denir.

Yine belli bir grubun sorununa değindikten sonra literatüre dönelim tekrar: Primer ts. demiştik: (Örneklemeleri erkekten kadına ts.ler üzerinden yapacağım) Döndükleri cinsin en iyi adayları olarak kabul ediliyorlar, sekonderlere kıyasla. İkinci ilginç özellikleri ise, dönüşüm tamamlanıncaya kadar gerçek cinsel kimliklerini hiçbir şekilde sergilememeleri. Örneğin erkekten kadına ts.ler hemen hemen hiç kadınsı davranış içine girmezler. Çocukken dahi yürüyüşünde, konuşmasında, duruşunda kadınsı izler yok gibidir. Üstelik erkek gibi de davranmayıp, cinsî özellikleri muğlaktır. Toplum ve çevrenin beklediği erkek davranışını minimum seviyede sergilerler. Fakat dönüşüm sonunda kozadan çıkan ipek böceği gibi gayet doğal kadınlık sahibi oluverirler. Sekonderler ikiye ayrılır demiştik: İkisinin de adı üstünde olup, köken olarak homoseksüel ya da travestidirler. Bunlar ise primerlerin tersine, çocukluktan itibaren kadınca davranıştan, giyimden ve makyajdan, özenmeden ve sergilemekten uzak duramazlar. Bu kişiler köken olarak homoseksüeldir denmesine karşın, bu kişilerin dengeli, sağlıklı ve tatminkâr bir yaşam sürdürebilmeleri için, bulundukları cinsiyetin karşıtına dönüşerek kendi cinsleriyle alakaları söz konusudur. Kabaca söyleyecek olursak: Erkeğe yönelik erkeğin eşcinselce yaşamı reddedip, kadınca bir beden ve tavırla yine erkeğe yönelik olmaya devam etmesidir. Transvestik ts.lere gelince: Bunlar kadına yönelik erkek kimliklerini travestiliğin de ötesine geçirerek, kadın formuyla yine kadına yönelik olmaya devam edenlerdir. Sonuçta şöyle bir şey de olabilir: “Ay, ben doğuştan kadınım; erkek olduğuma bakmayın” diyen ts.lerin dışında “ben o denli akdın değilim ama, erkeklerle olan paylaşımımı ve toplumdaki yerimi kadınca yaşamaktan yanayım” diyen bir erkek de, gerekli alt yapıya, cesarete ve niteliğe sahipse ve bu gerekli gördüğü dönüşümü tıbben de mümkün kılınabiliyorsa, bu kişi de kendi gönlünce yaşamını kurabilmeli, ne biçim ise o biçim kadınlık ya da her ne ise o cinsel kimlikle yaşayabilmeli, kendini ifade edebilmelidir. Ha buna homoseksüel ts.lik denmiş ne fark eder. Ya da adam ne biçim erkekse öylesine erkekliğini muhafaza ederek, ne biçim kadınsa öylesine kadınca olaraktan yine bir kadın partnerle yaşamayı seçebilir, buna da transvestitik ts. derlerse ne çıkar? Mühim olan kişinin böyle bir kimliği yaratabilecek, besleyebilecek ve içine yerleştirebileceği kültür çevresini ve insan ilişkilerini ayarlayabilecek potansiyeli, inancı ve azmi olsun. Bundan hiçbir insana zarar gelebileceğini zannetmiyorum. Böyle şey olur mu demeyin; olmuş, hem de literatüre geçecek kadar nitelikte ve nicelikte olmuş. Ne tür adam olursa olsun trasvestitik transseksüel adam, kendi gereksinimlerine, gerekçelerine ve duyumsamalarına dayanarak kadın gibi fiziğe, hatta vajinaya, gelişkin memelere, davranış, giyim ve makyaja sahip olarak yaşamayı tercih etmiş olabiliyor. Bu talebine ve izahatına tıbbi anlayış ve onay bulabildiği taktirde, gerekli hormon tedavisi ve cerrahi ameliyatlar sonucu kadınca bir yaşantıya geçebiliyor. Ve bu kadın(!) gidip yine sevdiği bir kadınla yaşamayı tercih edebiliyor. Bunun bir örneği olabilecek olay ve kişiden haberim oldu. Daha buna benzer ve benzemez nice cinsel kimlikler ve yaşamlar var. Bir çok açıdan erkek olan kişi, bedensel ve davranışsal boyut değiştirircesine kadınlaşıyor ve böylece hayatının ve cinselliğinin mutluluğunu dengesini bu yolla sağlayabiliyor. Başlarım onun dengesine diyenlerin sayısını tahmin edebiliyor musunuz? Sayı ya da tepki ne olursa olsun, bu hayatlar ve kişiler dünyada, aramızda yaşıyor. Kim bilir zamanla daha neler yaşanacak, kimler yaşayacak. Tabii beraberinde çok büyük bir savaşım ve tartışmayı da getirecektir ama, kendini böylesine tanımlama ve gerçekleştirme uğrunda, tüm imkanlarını seferber edip, canla başla o gerekli gücü özünden çıkarabilecek insanlar, bunda muvaffak olacaklardır. Ondan sonra böyle yaşamlardan ve kimliklerden haberdar olan insanlara, heteroseksüelliğin salt cinsellik olduğundan bahsedenlerin halini düşünebiliyor musunuz? Bu ciddiyette ve gerçeklikte yaşananların özenti, sahtekârca ve hastalıklı olduğunu hiç sanmıyorum. Bu sıfatların kullanılması gereken durumlar, herkeste ortaya çıkabilir. Böylesine yaklaşımlar yerine, doğadan kaynaklanan ve insan beyniyle yüreğinin, gönül acısıyla gözyaşıyla ürettiği bu oluşumları, kişilikleri ve yaşamları kutsayıp saygı ile karşılayabilmemizi diliyorum. Okuyarak ve yaşayarak ve tanık olarak edindiğim bilgileri yansıtmak istedim. Onların yanında da kendi görüşümden katkılarım oldu. Bülent Ersoy’dan başka dönme, Zeki Müren’den başka ibne olarak kendilerinden başka kimseden ve olan-bitenlerden haberi olmayanların hâlâ çok sayıda bulunduğu Türkiye’de, böylesine bilgi ve görüşlerle tanışmanın faydası acaba ne olabilir? Başlangıçta hayatta kullanılması ve özümsenmesi olasılığı en uzak görünen cinsel kimlik oluşumlarının kısa bir zaman diliminde ateşle barut gibi alevlenebileceğini düşünüyorum. Bence bu zaman ve süre meselesi değil, aksine bilinçle özlerin su üstüne çıkma meselesidir. Düşüncenin ve hele duygunun hızına erişmek pek de kolay olmasa gerek. Böylesine duyguların, bir günah gibi gizlenebilecek aşamaya ulaşamadığı ve hatta aklımızın ucuna gelemediği durumlarda bile, insan denen varlığın geninden önce bağrında ve özünde korunduğuna inanıyorum. Yukarıdaki cinsel kimliklerden ve yaşamlardan, bir kimseler örnek alsın diye bahsetmedim. Belki onlar çoğu kişi için değil örnek alınacak, kafaya bile oturtulabilecek türden işler olmayabilir. Benim naçizane dileğim şunlar olabilir: Her insan kendine en yakın değil kendine özgü cinsel kimliğini yaratabilsin. Çevremizdeki kimlikler bize görüş açısı, ilham ve şevk veren malzemeler olsun ama baskı araçları ve kalıpları değil. Heteronun heteroya, ibnenin ibneye, dönmenin dönmeye olan düşmanlığının kaynağı bilinsin.

Kaos GL 49/ 1998

Devamı: Transseksüellik bahsi üzerine 3 Transseksüellik bahsi üzerine 4 Transseksüellik bahsi üzerine 5


Tıklayın: önceki sayfa