anasayfa Eşcinsellik ve Tekâmül
< Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel... < ...Oğlan Öyküsü
önceki sayfa

Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel Kültür

Zekeriya Gün / Ankara
(zek@gay.com)

III. Şeker Dudaklı Ay Yanaklı Oğlan Öyküsü

Öykü Tahlili

Öykü Metni

Bilgi erenlerinden biri anlatır ki; bir zamanlar nasihat meclisi kurar, dinleyenlerin gönüllerine irfan tohumlarını saçardım. Meclisime bir ihtiyar devam ediyordu. Bu vazifeden bir an bile geri durmaz, fakat daima ah çeker, yaş dökerdi. Bir dakika bile ahları gözyaşlarından ayrılmazdı. Birgün onu halvete çağırttım. Ağlayıp sızlamasının sebebini sordum. Bana şöyle anlattı:

Ben genç köle ve cariye alıp satmakla uğraşan ve o yüzden geçinen bir adamdım. Bir gün üç yüz dinara küçük bir oğlan çocuğu aldım.

Sanki dudakları şeker, yanakları parlak bir aydı;

Annesi henüz ağzının sütünü yıkamamış, ağzı süt kokan bir yavruydu.

Onu büyütüp yetiştirmek için yıllarca emek çektim. Güzellik ve dilberlik icabı olan naz ve edayı öğrendi; yüzünde şuhluk izleri alevlendi. Onu Yusuf peygamber gibi esir pazarına götürdüm. Müşterilerime onun huylarını, meziyetlerini sayıp döktüm.

O sırada kılığından iyi bir adam olduğu anlaşılan yakışıklı bir süvari geldi. Atının eğeri üzerinde nazlı bir heykeli andırıyordu.

Göz ucuyla çocuğa baktı, hemen yanına geldi. Ondan sordu: “Adın ne? Nerelisin? Ne gibi hünerler biliyorsun?” Sonra yüzünü bana döndü, kölenin fiyatını sordu. Ona dedim ki; “Her ne kadar güzellikte, yakışıkta bir altınsa da pahası tam ayarlı bir altındır.” Hiçbir şey söylemedi. Orada bulunanlardan gizleyerek elini çocuğun eline götürdü, avucuna bir şey sıkıştırdı.

Gittikten sonra tartıya vurdum. Yüz dinar geldi. İkinci ve üçüncü günlerde de böyle yaptı. Üç yüz dinarı bulunca kendi kendime, kölenin sermayesini tamam verdi, dedim. Öyle görünüyor ki, genç adamın bu çocuğa gönlü düşmüş, fakat istediğim parayı vermeye kudreti yetmiyor. O pazardan ayrıldıktan sonra ben de durmadan arkasından koştum. Evini öğrendim, gece olunca kalktım.

Çocuğu nefîs elbiselerle süsledim, hoş kokular sürdüm ve doğruca evine götürdüm, kapısını çaldım. Dışarı çıktı, bizi görünce şaşkın bir halde “Allahtanız ve ona döneceğiz” dedi. Sonra sordu:

“Sizi hangi rüzgâr attı? Benim evimi size kim gösterdi?”

Ben dedim ki; “Bazı şehzadeler çocuğa müşteri çıktılar. Aramızda uyuşamadık. Bu gece başına bir felâket getireceklerinden korktum. Onu sana emanet edeceğim. Bu gece senin himayende rahatça uyusun.”

Bana; “Sen de beraber gel, yanında bulun” dedi. Ben, çok ehemmiyetli bir işim olduğundan, orada kalamıyacağımdan bahisle çocuğu ona bırakarak ayrıldım. Evime döndüm. Kapımı kapadım.

Şimdi başımı yastığa koymuş, bu gece iki sevdalı arasında geçecek macerayı düşünüyordum.

Bir kapı sesi geldi. Bu sesin arkasından köle titriyerek, ağlayarak içeri girdi. Hemen sordum:

“Ne oldu sana? O delikanlı ile olan yoldaşlığınızın sonunda ne gibi bir hadise yüz gösterdi ki bu halde geri döndün? Çocuk anlattı:

“O babayiğit öldü, canını sevgilisine yolladı.”

“Allah Allah, dedim, bu nasıl oldu?” Çocuk devam etti:

“Sen ayrıldıktan sonra beni içeriye götürdü, bana yemek hazırladı. Karnımı doyurdum. Ellerimi yıkadım. Benim için yatak serdi. Üzerime misk ve gül suyu kokuları serpti ve beni uyuttu. Ondan sonra yanıma geldi, parmağını yanağımın üzerine koyarak; Yarabbi bu ne güzel, ne sevimli çocuk, dedi ve ilâve etti:

“Bunun sevgisiyle nefsimi ayaklandıran duygular ne kadar çirkindir. Fakat yüce Tanrı’nın azap ve cezası her şeyden daha şiddetlidir. Bu geçici heveslere tutunanlar herkesten daha kara talihlidir.”

Sonra “Allahtanız ve ona döneceğiz” diyerek tekrar parmağını yanağıma koydu:

“Biliyorum ki, bu son derece güzel bir delikanlıdır ve arzuları uyandırmakta en son mertebeye varmıştır. Fakat lekesiz ve temiz bir ahlâk ondan daha güzel ve bu faziletler için Tanrı’nın vâdettiği sevap herşeyden üstündür.”

Bu sözleri mırıldandıktan sonra hemen yere düştü. Kendisini kımıldattım. Ölmüş, ebedî hayata kavuşmuştu.”

İhtiyar, bu vakayı hikâye ettikten sonra dedi ki; İşte bütün bu gözyaşlarım o delikanlının hâtırasını andığım içindir. Çünkü onun namusu, temizliği, ruhunun inceliği asla hatırımdan çıkmıyor. Onun güzel vasıfları, hoş tavırları, gözümün önünden gitmiyor. Ben de ömrüm oldukça bu yolda yürümek ve bu halde ölmek istiyorum.”

TAHLİL

Öykü Kişileri

Anlatıcı: Öyküde “bilgi erenlerinden biri” olarak tanıtılan anlatıcının etrafında öğrencileri bulunan ve ders/sohbet halkaları kuran bir sufî olduğu anlaşılıyor. Molla Camî’nin kendisi olduğunu düşünebiliriz.

Köle Tüccarı: Öykünün asıl anlatıcısı. Önceleri köle tüccarıyken, öyküde anlatılan olaydan sonra bu işten vazgeçip Anlatıcı’nın derslerine katılan ve yaptığı işten pişmanlık duyan yaşlı bir kimse.

Köle-oğlan: Öyküye konu olan anahtar kişi. Yazımızın başlığında belirtilen “Şeker dudaklı, ay yanaklı” çocuk.

Yakışıklı Delikanlı: Oğlan’dan sonra öykünün ikinci anahtar kişisi. Eşcinsel eğilimleri olmasına rağmen, tanrısal aşka çok önem vermesi nedeniyle, eşcinselliğini şiddetle bastıran bir kişi.

Metin İrdelemesi

a) Metnin Özellikleri:

Öykü metnini irdelemeye başlamadan önce öykünün yer aldığı kitabın özelliklerinden bahsetmek yerinde olacaktır.

Baharistan, sufî bir yazarın kaleminden çıktığı için tamamen tasavvufî bir karakter taşır. Anlatılan öyküler, genellikle tasavvufî bir kıssadan hisse ile bitirilir. Tahlilini yaptığımız öykü de böyle bir kıssadan hisse ile bitmektedir. Bu yapıt, Sadî’nin Gülistan’ına nazire olarak yazılmıştır. Düzyazı şeklinde ve Farsça olarak kaleme alınmış olan yapıta yer yer şiirler de serpiştirilmiştir. Genellikle tanrısal aşk konusunu işleyen öykülerden oluşan bir yapıttır. Yazar bu konuyu işlerken, “mecazî aşk” örneklerinden yola çıkar.

b) Tasavvufta Aşk Anlayışı:

Burada tasavvufun aşk anlayışından söz etmek, öyküyü daha iyi anlamada bize yardımcı olacaktır. Sufîlerin anlayışında bir insanın diğer bir insana duyduğu her türlü aşk “mecazî”dir; semboliktir. Asıl aşk, tanrısal aşktır ve mecazî aşklar insanı tanrısal aşka götürür.

İşte bu noktada mecazî aşkın eşcinsel bir karakter taşıması, bir sufî için sorun teşkil eder mi, sorusu akla gelecektir. Bu soruyu cevaplamaya çalışalım: Sufîlerin kaleme aldığı klasik yapıtlara baktığımızda eşcinsel aşkı anlatan çok sayıda öyküye rastlamaktayız. Bu öykülerde tanrısal aşkın öncülü olarak eşcinsel aşkın anlatılmasına sıkça rastlanır. Anlaşılan odur ki, sufîler tanrısal aşka ulaşmayı amaçlamışlardır, bu nedenle de onlar için aşkın eşcinsel veya heteroseksüel bir karakter taşıması önemsizdir. Tanrısal aşka ulaştırıcı bir araç olarak her türlü mecazî aşk da kutsanmaya değer.

Bu yaklaşımı insanî bir yaklaşım olarak görmek gerekir. Çünkü eşcinsellik konusunda dinsel dogmalardan kaynaklanan tutumun olumsuz olduğu bir gerçektir. Yine dinsel sınıflardan olan sufîlerin bu konuda daha insanî bir tutum sergilemeleri ise dikkat çekicidir. Sufî diyalektiğin bir sonucudur bu durum; evrenin özünün “sevgi” olduğunu vurgulayan sufîler için bunun eşcinsel veya heteroseksüel karakteri, takılıp kalınacak bir nokta değildir.

c) Eşcinsel Tasvir:

“Şeker dudaklı, ay yanaklı oğlan” öyküsü yakışıklı bir delikanlının son derece güzel bir oğlana duyduğu güçlü bir aşkı anlatır. Yazar, öyküsünde bir oğlanı, son derece homoerotik bir şiirle tasvir eder. Düzyazı bir metinde oğlan tasvirine sıra geldiğinde yazarın bunu şiirle gerçekleştirmesi dikkat çekicidir. Tasvirde eski edebiyatta güzellik unsuru olarak kabul edilen öğeler kullanılmıştır. Dudakları şekere, yanakları parlak bir aya benzetilmiş, daha ergenlik çağına yeni ayak bastığını vurgulayan cümleler kullanılmıştır. Bu noktanın önemi, eski edebiyatta eşcinsel arzuları kabartacak bir partnerin mutlaka küçük yaşta olması gerektiği yönündeki bir tür saplantıyı açığa çıkartmasından kaynaklanır. Söz konusu saplantıya, edebî metinlerin dışında eşcinsellikle ilgili eski metinlerin tümünde rastlanır. Ayrıca benzetme unsuru olarak Yusuf peygamber de kullanılmıştır. Çünkü bu peygamber yakışıklılığıyla ünlüdür ve eski edebiyatta daha çok erkek sevgililer için bir benzetme unsuru olarak kullanılır.

Bu öyküde sadece Köle-oğlan değil, onun “alıcı”sı da tasvir edilir: Atının üzerinde nazlı bir heykel gibi duran yakışıklı bir süvaridir bu.

d) Eşcinsel Sevginin İfadesi:

Öyküde eşcinsel sevginin açığa vuruluş şekli mümkün olduğunca dolaysızdır. Köle olarak satılan bir oğlanı gören alıcı, önce ona duyduğu sevgiyi herkesin hissedebileceği bir şekilde göstermekten çekinmez. Yanına yaklaşır ve ona adını, memleketini ve “hünerlerini”, daha sonra da köle tüccarına “fiyatını” sorar. Herşey son derece doğal bir ortamda gerçekleşir. Burada itici olan, kölelik kurumunun sorgulanmamasıdır. Fakat bu kurum, öykünün yazıldığı dönemin bir gerçeğidir ve öyküde yer alması, o toplumun sosyal yapısına ayna tutması açısından gerçekçidir.

e) Eşcinsel Sevgiye Yaklaşım:

Eşcinsel aşka son derece olumlu yaklaşan cümleler yanında tanrısal aşkın dışındaki aşkların yol açabileceği “günah”lara da söz arasında değinen cümleler yer alır bu öyküde. Açıklamak gerekirse, Yakışıklı Delikanlı’nın Köle-oğlan’a aşk derecesinde tutulduğunu anlayan Köle Tüccarı, üç defa satın almak için gelip de istediği parayı bir türlü çıkartamayan Delikanlı’ya bir “kıyak” yapar ve üçüncü gün Oğlan’ı Delikanlı’nın evine bizzat elleriyle götürür. Oğlan’a alıcı çıkan bazı şehzadelerle anlaşamadıklarını, bu yüzden ona bir kötülük yapmalarından korktuğunu söyleyerek onu Yakışıklı Delikanlı’ya “emanet” eder. Amacı, bir gecelik de olsa, ikisinin eşcinsel düzlemde yakınlığını sağlayabilmektir. Bunu ifade eden cümleleri ilginç ve içtendir; eve döndüğünde başını yastığa koyduğunu ve “iki sevdalı arasında geçecek macera”yı düşünerek bir tür haz aldığını belirtir.

Buraya kadar, eşcinsel aşka son derece insanî bir edim olarak yaklaşıldığını görüyoruz. Fakat yazar bir sufîdir ve tasavvufun aşk anlayışına sahiptir. Ona göre, bu iki delikanlı arasındaki aşk da sonuçta mecazî bir aşktır ve mecazî aşkta kalındığı, tanrısal aşka ulaşılamadığı sürece insan “nefsini ayaklandıran duygular ve geçici hevesler”in etkisiyle “Tanrı’nın azap ve cezasını” hakettirecek fiiller işleyebilir. İşin bu yönünü son derece trajik bir şekilde anlatan Camî, Oğlan’a aşık olan Delikanlı’nın bir yandan da tanrısal aşka çok değer vermesinden dolayı içinde düştüğü sıkıntıyı önemle vurgular. Yazarın asıl vurgulamak istediği nokta da buradadır. Yakışıklı Delikanlı çocuğu evine alır, karnını doyurarak ve üzerine güzel kokular serperek ona sevgi gösterir. En önemlisi Köle-oğlan’a parmak ucuyla da olsa dokunur. Köle-oğlan’ı “son derece güzel ve arzuları kuvvetle uyandıran” bir partner olarak görmektedir. Bir yandan onunla ilişkiye girmek istemekte, bir yandan da Tanrı’dan korkmaktadır. Oğlan’a olan aşkı da şiddetlidir, Tanrı’dan korkusu (belki de Tanrı’ya duyduğu sevgi) de şiddetlidir. Sonuçta bu iki şiddetli duyguyu yoğun bir biçimde yaşayan ve eşcinsel duygularını/eğilimlerini şiddetle bastıran Yakışıklı Delikanlı “ölür”!

Burada hemen dikkat çekmek istediğimiz bir nokta da, Camî’nin böyle bir durumu heteroseksüel ilişkiler için de aynı derecede geçerli görmesidir. Bunu hem metinden, hem de heteroseksüel aşkı anlatarak aynı sonuca vardığı diğer öykülerinden anlıyoruz. Ona göre bir eşcinsel de tanrısal aşka ulaşmak isteyebilir ve bu uğurda ele geçirdiği çok güzel fırsatları tepebilecek kadar güçlü bir irade sergileyebilir. Yoksa yazar, eşcinsel ilişkileri heteroseksüel ilişkilerden (=zina) daha kötü veya daha üstün görmemektedir. Vurgusu sırf tanrısal aşkın üstünlüğünedir. Diyalektiği tanrısal aşkla anlam kazanan bir sufî için de bundan başkası zaten düşünülemezdi.

Öykünün tasavvufî kıssadan hissesi işte burada ortaya çıkar. Yani asıl ulaşılması gereken tanrısal aşktır. Buna ulaşmak için gerekirse ölmelidir. Köle Tüccarı’nın dünyadan elini-eteğini çekmesi anlatılarak da vurgulanmak istenen husus, “nefis terbiyesi”nin gerekliliğidir. Artık yaşını başını almış bir insanın bu tavrı bir ölçüde anlaşılabilirse de gencecik bir delikanlının niçin ölmesi gerektiği noktası, sanırım, bizim asla anlayamayacağımız/kabul edemeyeceğimiz bir noktadır. Çünkü Tanrı’ya inananlar için o cezalandırıcı olduğu kadar bağışlayıcıdır da... Hatta bu özelliği cezalandırıcılığının önünde kabul edilir. Tanrı bir eşcinseli en iyi anlayabilecek varlıktır ve bunun için gerekli donanımlara da sahiptir aslında.

SONUÇ

Öyküde, eski edebiyatın sanat anlayışı son derece belirgindir. Bu tür metinlerde öne çıkan hususlar, Şeker Dudaklı Ay Yanaklı Oğlan öyküsünde de öne çıkmıştır. Oğlan tasvirleri, çeşitli benzetmeler ve üç aşağı-beş yukarı öykü kişileri aynı gibidir. Asıl, bu öykünün eşcinsel aşka yaklaşımı önemlidir. Yazar, eşcinsel aşkla heteroseksüel aşk arasında bir fark gözetmemekte, tanrısal aşka ulaştırıcı olduğu ölçüde hepsini onaylamakta fakat tanrısal aşkı esas almaktadır. Onun için asıl hedef, ölüm pahasına da olsa tanrısal aşktır.

Sonuçta aşkın kutsandığı bir metin olarak, bu öyküyü sevimli bulduğumuzu söyleyebiliriz.

Giriş I. Öyküler II. Mevâid'de eşcinsel kültür III. Şeker Dudaklı Ay Yanaklı Oğlan Öyküsü IV. Nâima Tarihi’nden Eşcinsel Bir Anekdot
V. Aşk Tanrıya Ortak Koşmaktır VI. "ÜZÜMCÜK" Diye Bir Şey Var... VII. Leyla ile Leyla VIII. Eşcinsel Aşk Zinciri IX. Nedim'in "Serv-i Revan"ı


Tıklayın: önceki sayfa