Şark-İslâm Klasiklerinde Eşcinsel Kültür
IV. Nâima Tarihi’nden Eşcinsel Bir Anekdot
Zekeriya Gün / Ankara (zek@gay.com)
Şark-İslam klasiklerinin Türkçe yazılmış olan-larından biri de Nâima Tarihi’dir. Bu yapıt, ünlü Osmanlı vakanüvisi Nâima’nındır. Nâima Tarihi’nde olaylar kaydedilirken, aralarda bâzı eşcinsel olaylarla ilgili anekdotlara da rastlanır. Nâima’nın bir tarihçi olarak olayların arkaplanını aydınlatmak üzere, âdeta bir öykü üslûbuyla aktardığı bu tür anekdotlardan birini bu yazıda ele almak istiyoruz.
I. Metin
“Ma’n-zâde nakleder ki, (...) zühd ü salâhla meşhur kati çok mürayîler gördüm ki; (...) verâ-i perde-i hafâda envâ’-ı menhiyyâtı irtikab edip (...) hatta mütemevvellerinden biri ki, gürûh-ı fâkiyenin namdarı idi. Bıyıklarını tıraş ve zu’munca her hâlini sünnet-i nebeviyyeye tatbîk davasında idi. Sûret-i zahirede evlâd yerine terbiye eylemiş bir nevcivan hizmetkârı var idi. Çakşırına harir kumaştan uçkurluk yaptırmış idi. Pîr-i müşarün-ileyh hîn-i visalde harir uçkurluğu görüp; “Bu haram kumaşı gider. Kâh u peygâh vücûduma dokunup bîmanî yere âsim oluruz” demiş. Ef’âl-i şenîa nazarına görünmeyip de tütün içmek, harir giymek, bıyığın kırkmak ve sûfîlerin semâına hazır olmak, yanlarında cürm addolunur. Ma’n-zâde, şahs-ı merkuma mahrem olmağla, bir gün sual edip; “Behey efendi, li-zât-ı nefsaniyeden olan kabayihi cümle gizlice irtikab edip suret-i zahirede cüz’iyyât makûlesi olan şeylerde taassub edersiz. Bunun aslı nedir?” dedikte aziz söze gelip; “Beğim sen gayet ahmak imişsin. İnsan bir haramı irtikab ettiğin zaman, zımnında ya tahsil-i mal, ya zevk-i nefsanî ve lezzet-i cismanî bulunmağa muhtaçtır. Ki günehkârlığı abes olmaya. Yoksa altun ve gümüş avanı kullanmak, harir giymek, tütün içmek ve teğannî istima etmek ve sair buna benzer şeylerde ne lezzet vardır?! Âkil odur ki, bu makûle lezzet-i cüz’iyyâtı terkedip belki suret-i zahirede inkâr ve men’i babında taassub gösterip avam-ı nâs ahmaklarını hüsn-i hâline itikad ettire. Yine mahrem-i esrâr olanlar ile vera-yı perdede dünyevî maslahat ve nefsanî lezzete derkâr olmağa mâni yok. Cahillerin su-i zannından kurtulmuş olur” deyü cevab verip beni ilzam eyledi” deyü naklederdi.”
II. Değerlendirme
Nâima, Osmanlı tarihinde Kadızadeliler ve Sivasîler tartışması olarak anılan olaylar zincirini Tarih’inde genişçe açıklar ve tahlilini de yapar. Bu olaylar zinciri, biri Osmanlı’nın önemli kurumlarından medreseyi (Kadızadeliler), diğeri tekkeyi (Sivasîler) temsil eden iki topluluk arısında uzun yıllar sürdürmüştür. Kadızadeliler son derece softa ve yobaz, dinsel dogmaların ayrıntıları hakkında sahip oldukları uzlaşmaz tutumlarıyla Nâima tarafından eleştirilmektedir.
Sivasîler ise tasavvufî bir gruptur ve daha geniş görüşlüdürler. Aralarındaki tartışmalar; bıyıkları tıraş etmek, tütün içmek, ipek giymek, sûfîlerin sema törenlerine katılmak gibi ayrıntılardadır. Nâima bunları dinin asıl konuları arasında görmez ve “teferruat” olarak niteler.
Alıntıladığımız metni özetleyerek şöyle aktarabiliriz:
Söz konusu softa ve yobaz din adamı tiplerinden biri (Nâima adını vermiyor), bu gurubun “namdarı” yani isim yapmış önderlerinden olarak son derece tutucu olduğu hâlde, evindeki “nevcivan” (oğlan) hizmetkârlarından biriyle eşcinsel ilişkide bulunmaktadır. Bu delikanlıyı görünüşte “evlatlık” edinmiştir. Bu “nevcivan”, bir gün küloduna -eskiden lastik olmadığı için uçkur kullanılırdı- ipek bir uçkur bağlar. İpek kumaş, dince erkeklere haram kabul edildiğinden, “hîn-i visalde” yani oğlanla eşcinsel ilişki esnasında softa, kızar ve onu; “Bu haram kumaşı gider!” diye azarlar. İpek kumaşın ilişki esnasında ikide bir vücuduna dokunmasını “sebepsiz yere günahkâr olmak” şeklinde algılamaktadır.
Nâima burada araya girerek şöyle der: “Eşcinsel ilişki gözüne görünmeyip de tütün içmeyi, ipek giymeyi, bıyığı tıraş etmeyi ve sufîlerin sema töreninde bulunmayı suç sayıyor!” Yani “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” kabilinden bir durumdur söz konusu olan.
Peki bu softanın işlediği fiile getirdiği açıklama ve yorum (fetva) nedir? Nâima bununla ilgili bir ayrıntıyı da zikrediyor.
Softanın yakınlarından olduğu için mahrem hallerine de vakıf olan Ma’n-zâde adlı bir kimse ondan, duruma bir açıklık getirmesini isteyerek şöyle der:
“Behey efendi, kendi nefsiniz için olan kabahatleri sürekli gizlice işleyip, aslında teferruat kabilinden olan şeylerde bağnazlık gösteriyorsunuz; nedir bunun açıklaması?”
Softanın verdiği cevap, gerçekten önemli bir pişkinlik ve zekâ örneğidir ve zekice bir mantıksal çıkarsamadır:
“Beyim sen gayet ahmakmışsın! İnsan bir haramı işlediği zaman, ya mal elde etmeli, ya da nefsanî bir zevk ve bedensel bir lezzet duymalıdır. Ancak böyle olursa günahkârlığı abes olmaz. Altun-gümüş kullanmak, ipek giymek, tütün içmek, müzik dinlemek (sema) ve benzeri şeylerde ne lezzet olabilir? Akıllı kimse odur ki, böyle ayrıntılarda bağnazlık göstererek halkı iyi bir insan olduğuna inandırır. Gizlice dünyalık işlerini görmesinde ve nefsanî lezzetleri tatmasında sakınca yoktur. Böylece “cahiller”in suizannından kurtulmuş olur!”
Ma’n-zâde bu cevap karşısında dut yemiş bülbüle döner ve söyleyecek bir şey bulamaz.
Nâima bu tür softaların nasıl rüşvet ve mal-mülk düşkünü olduklarını da örneklerle anlatır.3
Olayın kahramanı olan softanın ortaya koyduğu mantıksal çıkarsama ise akıllara durgunluk verecek derecede zekicedir. Öyle ya, madem ki bir “günah” işlenecek, dünyadaki semeresi de yüklü ve doyurucu olmalıdır. Ha ipek elbise giymişsin, ha keten! Ha altın ve gümüş kaplar kullanmışsın, ha bakır! Ha sigara içmişsin, ha içmemişsin! Bunlar ne kadar önemsiz şeylerdir! Günah işleyeceksen, bu günah ya mal-mülk edinmeye neden olmalı veya cinsel arzularını doyurmalıdır! O dönemde insanın cinsel arzularını kadınlarla doyurması son derece kolay (dörde kadar evlilik ve bir sürü cariye) olduğu için “zina”dan çok, eskilerin “livata” olarak adlandırdıkları eşcinsel ilişki (o dönem söz konusu olduğunda sırf oğlancılık) daha cazip olacaktır. Dolayısıyla da zinadan çok, genç ve güzel oğlanları eşcinsel arzular doğrultusunda kullanmak son derece doğal ve softanın buyurduğu (!) gibi “akıllı kimselerin işi”dir. Böylece işlenen günah gizli de kalmış olacaktır...
Gizli kalıp kalmayacağı konusunda softanın yanıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü onun bu fiilleri Nâima’nın yapıtına girmiş ve artık “tarihe mal olmuş” durumdadır.
III. Sonuç
Günümüzde eşcinsellik konusunda son derece önyargılı olan dindar insanların, burada söz konusu edilen türden (teferruat kabilinden) “günah”ları (müzik dinlemek/çalgı aletleriyle Tanrı’yı zikretmek, bıyık-sakal, ipek kumaş, altın yüzük gibi şeylerin haramlığı vs.) hâlâ tartıştıklarını ve Kadızadelilerden bu yana bir arpa boyu bile yol katedemediklerini görüyoruz. Günümüzdekilerin, Nâima’nın söz ettiği softalardan farkı, eşcinsellik konusuna, tamamen hoşgörüsüzce bakmalarıdır. Nâima’nın softası, hiç değilse eşcinselliği “cismanî zevk” veren, işlemeye değer bir günah kabul ediyor. Dolayısıyla da eşcinsel ilişkiye daha hoşgörülü yaklaşmış oluyor.
|